Bir toplumun en derin çığlığı, sessizce parçalanan ruhudur. Bugün yaşadığımız tam da budur. İnsanlar artık aynı dili konuşmuyor, aynı acıya aynı tepkiyi vermiyor. Ortak değerler çıkar hesaplarına kurban edilmiş durumda. “Biz” olma hali hızla eriyor; yerine bencil “ben”ler ve keskin “öteki”ler geçiyor.
Toplum dediğimiz şey, tek tek bireylerden ibaret değildir. Onu ayakta tutan görünmez bir bağ, bir ortak ruh vardır. Bu ruh; dillerin melodisinde, sokakların kalabalığında, sofraların bereketinde ve aynı acıya aynı tepkiyi verebilme yeteneğimizde gizlidir. Fakat her çağın kendine özgü bir kırılma noktası olur: Ruhun parçalandığı, değerlerin çatırdadığı, birlik duygusunun yerini bireysel hesapların aldığı bir dönem… İşte biz tam da böyle bir dönemin içindeyiz.
Bugün sokaklara baktığınızda göreceğiniz şey; birlikte var olan bir millet değil, aynı sınırların içine sıkışmış yalnız kalabalıklardır. Herkes kendi adasında yaşarken, deniz giderek kirleniyor. Bu gidişatın sonunda toplum yalnızca bölünmekle kalmaz; köksüzleşir, kimliğini yitirir.
Artık insanlar aynı masada otursa bile birbirinden uzak. İnançlar, fikirler, duygular keskin sınırlarla bölünüyor. Teknoloji insanı birbirine yakınlaştırırken, kalpleri birbirinden daha da koparıyor. Ortak bir “biz” duygusu yerine keskin “ben”ler çoğalıyor. Ve böylece toplum ruhu küçük parçalara ayrılıyor: Kimi kendi kabuğuna çekiliyor, kimi öfkenin diliyle konuşuyor, kimi de umudunu başka diyarlara taşıyor.
Bu parçalanma bir yıkım değil, aynı zamanda bir dönüşüm işareti. Toplumun ruhu değişirken eski yüklerinden de sıyrılıyor. Kimi zaman sancılı, kimi zaman kırıcı olsa da, bu süreç aslında yeni bir kimliğin doğum sancısıdır. Eski bağlar çözülürken yeni bağların tohumları atılıyor.
Önemli olan, bu sessiz değişimde “ortak vicdanı” kaybetmemektir. Çünkü toplum ruhu ne kadar değişirse değişsin, onu yeniden bir arada tutacak olan şey yine adalet, empati ve ortak iyilik duygusudur. Yoksa her birey kendi küçük adasında yaşamaya başlar; deniz aynı kalsa da adalar birbirine asla dokunmaz.
Toplum ruhunun değişmesi doğaldır, ama parçalanması bir felakettir. Eğer bu gidiş durdurulmazsa, gelecek nesiller ortak vicdanı bilmeyecek; sadece bireysel kurtuluş arayacak. Ve o zaman ne devlet kalır, ne millet, ne de insanı insan yapan bağlar…
Bugün elimizde son bir fırsat var: Çürüyen ruhu ya onaracağız ya da yok oluşunu seyredeceğiz.
Bugün bize düşen görev, bu parçalanmışlığın ortasında yeni bir toplumsal ruh inşa etmektir. Birbirimizi dinlemeyi, anlamayı, farklılıklara rağmen ortak değerlerde buluşmayı yeniden öğrenmek zorundayız. Çünkü toplum ruhu yalnızca parçalanmak için değil, yeniden doğmak için de değişir.