Zekeriya ŞAHİN

Tarih: 01.10.2025 21:34

TAMAM ALLAH DUA GÜZEL...

Facebook Twitter Linked-in

TAMAM ALLAH DUA GÜZEL...

BİRAZ DA YAPIN BOM BOM...

Bu komik sözleri 1.dünya savaşında aynı ittifak içerisinde yer aldığımız, günümüzün deyimiyle sitratetejik ortağımız olan, Almanya'nın bir subayı söylemişti...

Bilindiği üzre1 . Dünya savaşında Osmanlı devleti 7 ayrı cephede, yedi düvelle  savaşmak zorunda kalmıştı.

Bu düşmanlardan birisi ve belki de, en dişli olanı ise, O zamanların Çarlık Rusyasıydı.. 

" Her ümmetin ( milletin - devletin) bir eceli, vardır. "

Yukarıdaki ayet- i kerimede Rabbi Teâlâ ; devletlerin de tıpkı insanlar gibi ölümlü olduğunu, sonsuza dek yaşayamayacaklarını bize, açıkça beyan ediyor...

Cihan Devleti Osmanlı, peşpeşe yaptığı büyük savaşlar neticesinde son derece, yorgun düşmüştü..

Ve ilahi mukadderata doğru, adım adım, ilerliyordu..

Osmanlı Devletinin sonunu getiren en önemli savaşlardan birisi  de, hiç şüphesiz ki, Birinci Dünya savaşıydı.

Ardı arkası gelmeyen savaşlar ; işgaller, iç isyanlar, içimizdeki azınlıkların dışarıdaki düşmanlarla yaptıkları işbirliği ve kirli tezgahlar, kitlesel göç hareketleri gibi sorunlar, Devleti Ali Osmaniyi, iyice zayıflatmıştı.

Bu nedenle Avrupalılar, Osmanlı Devletine, "Hasta adam" diyorlardı.

Devlet - i Ali Osmani, sadece hasta değildi, aynı zamanda, yaşlı ve fakirdi de....

Millet de, aynı şekilde...

Askerlerimizin savaş meydanlarında kullandıkları silah ve mühimmatlar, düşmanın kullandığı silah ve mühimmatlardan kat ve kat daha, zayıfdı...

İşte böyle bir süreçte, O zamanki Devletimiz olan Osmanlı Devleti, seferberlik ilan etmişti.

Seferberlik gereği, Osmanlı coğrafyasında eli silah tutan her erkek askere alınıp, basit bir atış eğitiminin ardından, cepheye gönderilmişti...

O Seferberlikte, bizim hanemizden de, iki Mehmetçik gitmişti, cepheye...

Birisi, 18 yaşındaki dedem, Hacı Ahmet Şahin..

Diğeri, ondan 3-4 yaş daha büyük olan  ağabeyi, İbrahim dede...

Her ikisi de Ruslara karşı savaşmak üzere, Doğu Cephesine, farklı mevzilere sevk edilmişlerdi...

Merhum dedem, cephedeki durumu şöyle özetliyordu...

Bize  her iki askere bir adet olmak üzere ; son derece ilkel, namlu ucundan harbi ile doldurmalı, basit bir tüfek vermişlerdi...

Askerin birisi tüfeğe  bir adet mermiyi, namlu ucundan harbi ile doldurup, atış serbest diyordu....

Diğeri ise, ateş ediyordu...

Sonra tekrar doldur, tekrar ateş et...

Bu basit tüfeğe, merhum dedem, kuş tüfeği diyordu..

Düşmana karşı atacağımız mühimmatımız mermimiz de, son derece mahduttu.

Düşmanın elindeki silahlar ise, bizden kat ve kat  etkili ve daha, güçlüydü...

Rusların attığı top güllelerine karşı, bizim askerimizin elinde, tek mermi atabilen tüfekler vardı, sadece..

O da 2 kişiye bir tüfek...

Dedem merhum, ağlayarak şöyle derdi..

Yanımızdaki silah arkadaşlarımız şehit düşünce, önce üzülür,  sonra da, sevinirdik..

Üzüldükleri şey malüm, silah arkadaşlarının gözlerinin önünde,  şehadet şerbetini, içmeleriydi..

Sevindikleri şey ise, " artık benim de kendime ait, bir tüfeğim oldu..." sevinciydi...

Bütün bu imkansızlıklara rağmen askerlerimiz,  düşmanla canhıraş mücadele ediyorlardı...

Düşmanın attığı top gülleleri, askerlerimizin çok yakınlarına kadar, düşmeye başlamıştı.....

Kınalı Mehmetler birer birer, toprağın kara bağrına düşerek, şehit oluyorlardı..

Merhum dedem diyordu ki, biz top denen silahı ve etki gücünü ilk kez, orada görmüştük..

Son derece adaletsiz ve ölçüsüz olan muharebe tüm hızıyla, devam ediyordu...

Bu arada askerimizin elindeki mermi stoğu da, hızlıca erimişti..

Düşmana atacak mühimmatları, neredeyse kalmamıştı...

Ellerindeki bir kaç atımlık mermi de bittikten sonra artık, kuş tüfeklerinin de bir hükmü, kalmayacaktı...

Düşmanın yoğun  top atışları sonucunda, epeyce zayiat vermiştik..

Çok sayıda askerimiz ya şehit oldular, ya da gazi..

Komutan, daha fazla zayiat vermemek için askrelerini, dağın arka yamacına doğru çekmişti...

Askerlerimiz son çare olarak, Rablerine dua etmeye, başlamışlardı..

Alay imamı  sesli olarak dua ediyor, askerler ise hep birlikte, amin diyorlardı...

İşte tam da bu esnada bir askeri jip, askerlere doğru, yaklaşmak üzereydi...

Dedem o araca, Karadeniz şivesiyle, çip diyordu...

Jip  nihayet, askerlerin yanına vardı ve durdu..

İçerisinden, üst rütbeli bir kaç subay indi....

Bu subaylardan birisi  de 1.Dünya savaşındaki müttefikimiz, stratejik ortağımız olan Almanların, subayıydı...

Alman subay, bozuk Türkçesiyle dua eden askerlerimize, aynen şöyle demişti..

-TAMAM , ALLAH DUA GÜZEL AMA...

BİRAZ DA  YAPIN BOM BOM ...

Alman komutan, bu cümleyi bir kaç kez tekrar ettikten sonra.....

Çok yakınlardaki bir alana düşmanın attığı, bir top güllesi, düşüverdi..

Bunun üzerine Alman komutan ve yanındakiler, hızlıca jipe binerek, oradan uzaklaşıverdiler...

Merhum dedem, olayın bu son sahnesini anlatırken, kahkahalar atarak gülerdi ve şöyle derdi...

Trabzon'un ikinci kanal lisanıyla....

-Ola E ğaydarü (Eşek) ....

-Ne kaçarsun....

-Gitme gel de, baraber yabalum,

POM  POM...

Ve sonrasında, dedem ile birlikte bir çok askerimiz, düşmana esir düştüler.

Ağabeyi İbrahim dede ise farklı bir mevzide , esir düşmüştü Ruslara...

Fakat iki kardeş, birlerinden habersizce....

Rusya'nın farklı bölgelerinde.....

Dedem 3,5 yıl esaret hayatı yaşadı....

Ağabeyi İbrahim Dede ise, 4 yıl esir kalmıştı, Rusya'da..

Dedem Rusyada geçen  3,5 yıllık esaretin ardından, firar ederek,  8 ay boyunca geceli gündüzlü yol yürüyerek, tehlikeli bir yolculuğun ardından, nihayet baba ocağına varmıştı..

Ağabeyi İbrahim ise  ondan 1 yıl sonra, yine aylarca süren bir yolculuğun ardından gelmişti, baba ocağına....

Dedem ve ağabeyi esaret yıllarında, ateşe atılmak da dahil olmak üzere, birçok musibetle, imtihan edildiler..

Karşılaştıkları bütün güçlükleri;  Dua namaz ve Kuranın gücüyle aşarak, hayata tutundular...

Dedemin dilinden düşürmediği meşhur bir sözü vardı...

"Nemaz, nemaz, yolda koymaz.. "

Bir de ömür boyu her gün müteaddit kez, tesbihat gibi yaptığı bir duası, vardı....

"Allahım sen bu millete bir daha, esaret yüzü, gösterme... "

-Dedelerimizin, baba ocağından cepheye gitmelerini.

-Cephede düşman ile yaptıkları, muharebeyi..

-Düşmana esir düşmelerini.

-Esarette yaşadıkları, nice zorlukları.

-Esaretten firar ederek, aylarca süren tehlikeli bir yolculuğun ardından, memlekete, Baba ocağına varmalarını....

"ESARETTEN ÖZGÜRLÜĞE BİR OFLU HOCANIN HATIRALARI"
isimli eserimde, dilimin döndüğü kadarıyla, anlatmaya çalıştım...

Bu cennet vatanımız için....

Ve Din ü Devletimizin, bekası için mücadele eden...

Tüm geçmişlerimize, Mevlam rahmet eyleye..

Mekanları cennet olsun..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —