Ölüler Mücadele Etmez!
Kalp ister; göz o istek doğrultusunda bakar. Göz gördüğünü veya gördüklerini sinirler vasıtasıyla kalbe iletir. Kalp; bu bilgiyi değerlendirip, neyi ne yapmak istiyorsa yahut neyin ne olmasını istiyorsa irade buyurarak, bu iradesini yine sinirler vasıtasıyla beyne gönderir.. Beyin'de bu gelen iradeyi hayata geçirmek için el ve ayaklara mücadeleyi başlatın emrini verir...
Dikkat ederseniz tüm bu hareketlilik yaşamakta olan bir bedende olup bitiyor... Çünkü biliyorsunuz ki mücadele, savaş ve buna benzer kavramlar, ölü bir beden için söz konusu değildir...
Mesela bir çekirdek, altında bulunduğu toprağı; onun havaya, ışığa ve dışarıya olan aşırı istek ve arzusunun kışkırtıcılığıyla o küçücük cismine bakmadan akıllara durgunluk veren bir mücadele sonucu, o toprağın altından; üstüne geçerek saltanatını ilan eder.
Kaldı ki bir insan neden böyle bir hayati belirtti olan bu kavramı yaşamaktan uzak kalsın!..
Mücadele bir yola benzer...Menzil bellidir...O menzile ulaşmak için tüm yol hazırlığını temin ettikten sonra, yola düşmeniz o yoldan hedefe kadar size eşlik edecek engelleri aşmanız gerekir..!
Bu engelleri görüp, durur'sanız; yol da durur, yol durunca varmak istediğiniz menzil bir serap olur...
Burada 'aslında mücadele yaşamın ta kendisidir “ fikri çok bariz bir şekilde tezahür ediyor...Öyle ya..! Ölüler mücadele etmez...
Can tende kaldıkça da, bu mücadele bitmez... Ufak bir yılgınlık, bir karamsarlık olgusu, bu yüce kavramı bitirmeye yeter de artar bile...
O yüzden en zor olanın en kolay aşılır olduğu fikrini bilinci'mize enjekte ederek, hangi konuda bir teyamül tesis edilmişse; onun üzerine sonsuz bir direnç performansıyla, o yönde bir teamül var kılınabilir...
Yani hedefe bir ulaşım sağlanmış'sa, artık yaşam platformunda' şu şu konularda bende varım' demeni'zin önünde tüm engellerin bertaraf olduğunu göreceksiniz...
Bu mücadele duygusu olmasaydı, Atatürk; yanmış, yıkılmış, âdeta kurtlar sofrası haline gelmiş bir Türkiye'yi kurtarır mıydı?. Ya da Fatih Sultan Mehmet'in üstün bir mücadele performansı olmasaydı ,bu Şehr-i Muazzama olan İstanbul'u bizlere kazandırır mıydı..!
Bir nehir’in akışı engellenemez; âmâ bir iki taşla akış yönü istenilen istikamete dönüştürülebilir... Yani bir kadın kocasından dayak yiyip, bunu 'Kaderim' diyerek oturuyorsa, yapılacak pek bir şey yoktur...'Yok bu böyle sürmeyecek“ deyip kader çemberini göstereceği üstün bir çabayla kırabiliyorsa; artık bu yaşam platformunda var olduğunu ortaya koymuş demektir...