Bu Meclis’in yeni bir Anayasa yapma fırsatını kaçırdığına inananlardanım.
Tıpkı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibi, bunu sevinerek değil, hayıflanarak söylüyorum.
12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan mevcut Anayasa’nın daha özgürlükçü ve yürütme üzerindeki denetleme-dengeleme işlevlerini daha modern ve güçlü esaslara bağlayan bir Anayasa ile değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Yalnızca bu da değil. Örneğin, yüzde 10 seçim barajını dayatan seçim kanununun ve parti liderlerinin, partileri içinde adeta sultanlık kurmasına yol açan siyasi partiler yasasının da değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum. (Atanmış-seçilmiş tartışmasını pek sevenler için bir konu önerim var bu arada: Seçilmişlerin aslında, tabandaki seçmenin seçtikleri olmayıp,
liderleri tarafından listelere atanmışlar olduğunu tartışmak isterler mi?)
Avrupa Birliği raporlarında idare ve ekonomideki yolsuzlukların kaynakları arasında ilk sırada gösterilen dokunulmazlıkların, siyasetçiler için kürsü-ifade dokunulmazlığıyla sınırlandırılması, başka herkesin yasalar önünde eşit olması gerektiğini düşünüyorum.
Adalet değil, iktidar kavgası
Bugünün siyasi-psikolojisi içinde darbecilikle mücadele şampiyonu kesilenlerin işe neden 12 Eylül darbesinde sorumluluk sahibi olanlara yargı yolu açmayı savunamadıklarını ibretle izliyorum.
Keza, yargının Türkiye’de hiç de iyi işlemediğine ve hemen köklü bir reformdan geçmesi
gerektiğine de inanıyorum.
Türkiye’de yargının içinde bulunduğu durumu emekli bir Danıştay Başkanı ‘Vicdanla cüzdan arasında sıkışmak’, emekli bir Yargıtay Başkanı da ‘Davaların yarısı Yargıtay’dan dönüyor’ saptamasıyla özetlemişti aslında.
Ne yazık ki mevcut yargı düzenimiz güven vermiyor, kararda isabet oranı düşük ve ‘Gecikmiş adalet, adalet değildir’ basma kalıp lafzını çok sevmemize karşın fazlasıyla gecikerek işliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin mahkûm olduğu davaların ciddi bir kısmı bu yüzden ve şu anda süren -iddia edilen Ergenekon dahil pek çok dava da o kervana katılmaya aday.
Yargının bağımsız, tarafsız ve (Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Askeri Yargıtay (ki o da 12 Eylül ürünüdür) örneğinde vurguladığı üzere) yargı birliği sağlanmış olması bir amaç olmamalıdır.
Bunlar adaletin daha iyi sağlanmasının araçlarıdır. Amaç, kanunlarımızı ve onların
işletilmesini daha adil, hukuk devletine kavramına daha yakın hale getirebilmektir.
Bugün yargı reformu üzerine süren tartışmayı ne yazık ki bir adalet, hukuk tartışması olarak
görmek çok zor.
Kavga, ne yazık ki, müesses nizamın, kurulu düzenin eski sahipleri ile ona yeni ahip olmak isteyenler arasında bir iktidar mücadelesi görüntüsü veriyor.
Yapmamalı değil, yapamıyor
Bu nedenle yargının işleyişinin bir an önce değişmesi gerektiğine inanan geniş ve sessiz bir kesim, AK Parti iktidarının yargıyı kendi ihtiyacı doğrultusunda şekillendirmek istediği inancıyla destek vermek istemiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’e Meclis Genel Kurulu’nda ‘Sen mi susturacaksın, ben mi susturayım?’ sözünün benzerini, yarın herhangi bir başbakanın Yargıtay, ya da Anayasa Mahkemesi Başkanı’na tekrarlayıp tekrarlamayacağının bir garantisi yok çünkü.
Yürütme ile yasama arasındaki çizginin bu kadar belirsizleştiği bir durumda, yargının da yürütme etkisine girme ihtimalinin, şu an şikayetçi olduğumuz, dengeleme-denetleme işleyişini dahi mumla aratabileceği endişesini, Erdoğan görmeli.
Aynı bakış Anayasa değişikliği için de geçerli.
Bu Meclis Anayasa yapamaz derken, ben de, çoğu kişi de ‘Bu Meclis Anayasa yapmamalı, yapmaya ehil değil’ demek istemiyor.
Hükümetin bu sözü, sanki kastedilen darbe ürünü olmayan bir Meclis’in Anayasa yapma yetkisi olmadığı söyleniyormuş gibi eleştirmesi, daha çok ‘mağduriyet unsurunu’ öne çıkarmak amaçlı siyasi bir söylem.
Meclis, Meclis gibi çalıştırılsa Anayasa’yı daha iyi yönünde değiştirebilir ve değiştirmelidir.
Ama Meclis, hükümet tarafından yürütmenin devamı gibi görülüp, öyle çalıştırıldığı için, asıl amacı olan görüşlerin yakınlaştırılması, uzlaşma noktalarının bulunması amacına hizmet edemiyor. Tersine, kutuplaşmaya boyun eğmiş, onun peşinde sürüklendiği için iş yapamıyor görüntüsü veriyor.
Yani, Meclis Anayasa’yı, yargı sistemini değiştirmemesi gerektiği için değil, değiştirme imkânlarını tükettiği için değiştiremiyor; söylenen ve çare bulunması gereken budur.