Bir amaca ulaşmak, hayallerimizi gerçekleştirmek için çabalar dururuz ve belki de bir
ömür harcarız. İstediğimiz sonucu alabilmek için çok alın teri dökmek, çok gayret göstermek
gerektiğini biliriz. Uykularımız kaçar, zamanı bazen durdurmak bazen geçmişi tekrar yaşamak
isteriz. Ve sonunda harcanan onca emek, uykusuz geceler ve yorgunluk bizi mutlu sona yani
“zafer” e ulaştırır. Bu zafer bizim sivil alanda verdiğimiz canhıraş mücadelenin kazanımıdır.
Ya bu mücadeleyi cephede yapıyorsak, ya şehit ya gazi olurum düşüncesiyle cepheden cepheye
koşuyorsak, bu vatanın bağımsızlığı birlik ve bütünlüğü için canımızı ortaya koyuyorsak, bilin
ki bu ulvi mücadele asla kıyas kabul etmez. Bu mücadelenin kahramanları, yeni bir tarih
yazan aslanları bilin ki bizler size çok borçluyuz ve sonuna kadar minnettarız.
Öyle bir ülke düşünün ki dört koldan etrafı sarılmış. Eli kolu bağlanmış, düşmanın tam
teçhizatlı ordu ve donanmalarına karşılık, vatanını savunduğu ilkel silahları, mermileri bile
tükenme noktasına gelmişti. Bir takım istilacı ve işgalci güçlerin son kırıntıları da olsalar Türk
Milletini boyunduruk altına alma yemini etmişçesine dört koldan birden saldırıya geçmişlerdi.
Düşman askeri için bir kez daha kadınıyla, çocuğuyla, askeriyle şaha kalkma zamanıydı.
Her ne kadar dizlerde takat bitmiş, yüreklerde kayıpların kor gibi acısı kasıp kavuruyor olsa da
acıların en büyüğü kapıya gelmeden yani vatansız kalmadan bir an önce düşmanın def
edilmesi gerekirdi. Esaretin acısı ne yokluğa ne sefalete ne de evlat acısına benzerdi.
Gönderdeki bayrağın inmesi, ezanın susması, namusun elden gitmesi ve aidiyetsizliğin
başlaması demekti bu savaşı kaybetmek. İşte bu şanlı tarihe sahip Türk Ulusu için acıların en
büyüğü bu olsa gerek. Türk Milleti asırlardır özgürlüğü uğruna her şeyi göze almış başka
bayrağın altında yaşamayı kabul etmemiş bu uğurda tarih boyunca savaş ve canlar vermişti.
Artık ne bitap düşmesi ne de silahsız olmasının bir önemi vardı. Artık Türk’ün olağanüstü
gayret ve gücünü bir kez daha tüm dünyaya gösterme zamanı gelmişti. Göğsünde taşıdığı
imanı ve mangal gibi yüreği ile son kez ama son kez Şah ve Mat diyecek bir hamleye hazırdı.
Tek bir hamle ile şehit kanıyla sulanan bu topraklarda yorgun ve bitkin Anadolu’ya
moral olacak onu ayağa kaldıracak, acılarının tesellisini onda bulacağı bir ZAFER lazımdı.
Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Kadını, çoluk çocuğu ile Anadolu ayağa kalkmış, şahlanmaya,
başkomutan Mustafa Kemal’in önderliğinde büyük taarruza katılmaya hazır ve nazırdı. Üç yıl
önce ne demişti Mustafa Kemal Sivas Kongresinde “ Ya İstiklal, Ya Ölüm. ” Öyle değil mi;
esaret zincirini boynuna geçirmektense ölmeyi yeğleyen komutan ve yiğitlerin yazdığı
destanlarla bu güne kadar gelinmedi mi? Her dönemde biz bu yiğitlere hep minnetimizi ifade
etmedik mi? Bu yiğitler çok değil daha dün bile canlarını ortaya koyarak günümüzün
destanını yazmadılar mı?
Evet tarih 26 Ağustos 1922. Büyük Taarruzun başladığı Anadolu’nun genç, yaşlı, kadın,
çoluk çocuk hep birlikte “Ordular! Hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” diyen Mustafa Kemal
Atatürk’ün önderliğinde dört gün gibi kısa zamanda düşmanı doğduğuna pişman ettiği ZAFER
DESTANININ yazıldığı önemli bir gündür 30 Ağustos. Anadolu bu zaferle küllerinden yeniden
doğmuş günümüze kadar gelen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri atılmıştır.
Mithat Cemal Kuntay ne güzel söylemiş. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
O günden bugüne gerek Çanakkale’de gerek Anafartalar’da ve gerekse Sakarya’da,
tüm cephelerde ölümüne bu vatanı savunan Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının ve
günümüze kadar vatanın bağımsızlığı, bölünmez bütünlüğü, değişmez sınırları ve
demokrasisi için kanlarını ve canlarını ortaya koyan tüm şehitlerimizi minnet ve şükranla
anıyoruz. Ruhları şad mekânları cennet olsun.