Tarih: 13.02.2010 01:11 Güncelleme: 13.02.2010 01:11

YEREL HABERİM

Murat Bardakçı dünkü yazısında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile yaptıkları söyleşiden bahsederken, “Beş saate yakın görüşmeyle, Karargâh’ta en uzun kalan gazeteci olma rekoru kırdık” diyordu... Habertürk ekibini bu başarılarından dolayı tebrik ediyor, nice rekorlar diliyorum. Ama ne yazık ki, Başbuğ’un Habertürk’ün sorularına verdiği cevaplarda, gerek ton, gerekse içerik itibariyle tebriki vacip kılan bir yön göremedim ben.

Aksine Başbuğ’un, gündemdeki askerî belge ve olaylar konusunda toplumun kafasındaki soru işaretlerini arttıran bir savunma stratejisi ile bu belge ve olayların üzerine gidenleri karalama amaçlı bir saldırı stratejisinden medet umduğu izlenimini edindim. Habertürk’teki söyleşinin ilk bölümünden geriye, herhalde Başbuğ’un hedeflemediği, hatta belki de hak etmediği ama bu ikili stratejinin kaçınılmaz bir sonucu olarak temayüz eden, “samimiyetsiz ve hırçın bir komutan” imajı kaldı bende.

Mesela, Koç Müzesi’ndeki denizaltıda bulunan patlayıcılar konusunda, demagojinin kıyısında geziniyor Başbuğ: Önce Habertürk’ün sorusu üzerine, bu patlayıcıların menşeini ve denizaltıya kim tarafından konduğunu bilmediklerini itiraf ediyor; sonra, “Kuvvetle muhtemel ki bunlar zaten denizaltıda bulunan patlayıcılar” deyip işin içinden çıkıyor.

Şöyle diyemiyor: “Araştırdık, bu tip denizaltıların hepsinde bu tür patlayıcılar, tam da bunların bulunduğu yerde saklanır.” Madem denizaltıdaki patlayıcıları “masum” gösterme çabasında, o zaman bu araştırmayı çoktan yaptırmış olması ve sonucunu söylemesi gerekmez mi?

Kaldı ki, bu patlayıcıların dönemin Kuzey Deniz Saha Komutanı Feyyaz Öğütçü’nün emriyle adli makamlara haber verilmeksizin imha edilmiş olması en iyi ihtimalle, Başbuğ’un da dürüstçe itiraf ettiği gibi bir “hata”, hatta belki de “delil karartmaca,” yani “suç.” Ama Başbuğ, bu “hata”yı neden sorgulamadıklarını açıklamıyor; Deniz Kuvvetleri’nin “denizaltıda patlayıcı soruşturmasını” gerektiği gibi yürütmemiş olmasının hesabını ilgili komutanlara sormadığı ve bu hesabı kamuoyuna vermediği gerçeğini es geçiyor.

Ayrıca söyleşiyi okurken sanabilirsiniz ki, Kafes Eylem Planı diye bir belge hiç ortaya çıkmamış; o belgenin eklerinde “Koç Müzesi’yle ilgili malzemeler yerine konulmak üzere operatöre ulaştırıldı. Müzenin ziyaretçilerini arttıralım. Okullarda tanıtım, reklam ve organizasyon faaliyetleri yapılarak ziyaretçi yoğunluğunun en fazla olduğu zamanın belirlenmesi... C. Bey söyleyecek, öğrenciler projenin en önemli parçası. Operasyonun tarihini teyit edelim” notu bulunmamış ve bu not, “çocukların hedef seçildiği bir saldırı planı” şüphesiyle, dava konusu yapılmamış.

Başbuğ, “Deniz Kuvvetleri’ndeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar var” diye yakınırken, bu “sıkıntı”nın kaynağı sanki bir tevatürmüş gibi davranabiliyor... Sıkıntının, Kafes Planı’nda üçü amiral 41 denizcinin adının geçmesinden, bugün bu bahriyelilerin önemli bir kısmının mahkemece kabul edilmiş bir davada “sanık” konumunda olmasından kaynaklandığını unutturmak istiyor. Sanki polis, bu subayların cuntacı olduğu, yasadışı işler yaptığı, saldırılar planladığı, karalama ve korkutma kampanyaları yürüttüğü şüphesi uyandıran delillere ulaşmamış; sanki savcı bunları iddianamesine koymamış; ve sanki mahkeme bu iddianameyi kabul etmemiş gibi konuşuyor.

Bunlar yaşanırken, işini dürüstçe yapan, suça bulaşmayan denizcilerin, subayların moralinin bozuk olmasından doğal ne olabilir? Peki, ya bunlar yaşanırken, bu ülkede yaşayan sivillerin moralinin nasıl olmasını bekliyorsunuz? Çocuklarının bir müzeyi gezerken kaos yaratma amaçlı bir patlamaya kurban gidebileceğini; Hrant Dink, Rahip Santoro ve Malatya Zirve katliamlarının, ordu içinde birilerince “operasyon” olarak kabul edilebildiğini yargıya intikal etmiş belgelerde gören anne babaların morali nasıl olmalı sizce? O anne babaların orduya güvenini devam ettirmesinin yolu, Başbuğ’un yaptığı gibi, bütün bu soruşturma ve yargı süreci ortada yokmuşçasına konuşmaktan mı geçiyor? Yoksa “Yargının gerçeği ortaya çıkarması için elimizden geleni yaparız. Suça bulaşan hiçbir subayı korumayız” netliğinde ve Başbuğ’un ağzına çok yakışacağı halde, bir türlü kendisinden duyamadığımız bir komutan teminatından mı?

Başbuğ bu samimi teminatı vermek yerine, “Böyle rezillik olur mu, yeter yahu” diye kükreyip suç şüphesinin üzerine gidenlere “sabrının taştığını” söyleyerek hırçınlaşıyor.

Ve hırçınlaştıkça hata yapıyor. Neymiş efendim? Beşinci İddianame’de “amirallere suikast” konusuyla ilgili tek satır yokmuş: “Tek satır yok yahu. Ne oldu suikast. Hani suikast yapacaklardı komutanlarına... Bunun hesabını kim verecek?”

Başbuğ böyle diyor; Habertürk’teki meslektaşlarımız da ona işin doğrusunu hatırlatarak yardımcı olmuyorlar. Söz konusu iddianameye göre, sanık teğmenlerin evinde bulunan ve çeşitli fişekler ihtiva eden bir poşette “Alb. Tayfun Duman’dan gelecek fizibiliteye göre Uğur ve Metin Paşa’ya yapılacak operasyonun detay ve tarihlerini Levent Bektaş, Orhan Yücel Albay üzerinden iletecek. Size teslim edilen malzemeleri korunaklı bir yerde tutunuz” notuna ulaşıldığını ve bu notun sanıklar hakkındaki örgüt üyeliği suçlamasına delil kabul edildiğini, meslektaşlarımız Başbuğ’a nedense söylemiyorlar.

Gerçi gerçekleri söylediklerinde, Başbuğ’dan aldıkları yanıt da pek farklı olmuyor ya... İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın altındaki imzanın, Genelkurmay Karargâhı’nda görev yapan Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunu hatırlatıyorlar mesela; Başbuğ da, daha sekiz ay önce “kâğıt parçası” diye kükremesine neden olan belge konusunda, “O belge şimdi bize gelecek. Biz de inceleyeceğiz” demekle yetiniyor. Ne bir özür, ne de o zamanki hatasından ders çıkardığını hissettiren, şimdi Albay Çiçek hakkında gereğini yapacaklarının işaretini veren bir söz...

Haliyle Başbuğ’un açıklamaları, bir bütün olarak, yargının, medyanın, siyasetin, Emniyet’in, velhasıl toplumun geniş kesimlerine “öfkeli” bir komutanın açıklamalarına dönüşüyor.

Morali bozulan bir ordunun moralini gerçeklere mesafeli bir öfkeyle düzeltmek ne kadar mümkün bilmiyorum. Ama bu öfkenin, ordusunun içinde olup bitenlerle ilgili soru işaretleri taşıyan bir toplumun moralini daha da bozacağından eminim.




TÜM YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.