Haziran başında, havada takla atan uçurtma ipi gibi; bir gerginlik, bir gerginlik... Ankara çok gergin... Gergin bekleyiş...Meclis’de gerginlik baş gösterdi...
* * *
Gerim gerim gerilme yerine, şöyle biraz da gevşemenin ılık sularını kulaçlamaya çalışsak Refik Tiniş’in bir fıkrasıyla...
* * *
Tanzimat döneminde; Sultan Abdülmecit’le, Sultan Abdülaziz’in bir türlü vazgeçemediği, o nedenle de 5 kez “Hariciye Nazırı”, 2 kez de “Sadrazam” olmuş nüktedan Keçecizade Fuat Paşa’ya, o yılların “Saray paparazzisi”nden söz açmışlar:
- 80 yaşındaki Müstesnazade Gürbıyık Servet Paşa, 18 yaşındaki bir hatunla da evlenmeye kalkmış, haberiniz var mı, demişler.
* * *
Keçecizade Fuat Paşa:
- Haberim yok ama, demiş; Ahmet izin vermez buna.
Şaşırarak sormuşlar:
- Hangi Ahmet, diye?
* * *
Keçecizade Fuat Paşa’nın cevabı:
- Karaca Ahmet.
* * *
54 yaşında ölen Sadrazam Keçeci Fuat Paşa’nın biyografisine şöyle bir göz atıldığında; “çağdaşlaşma” çabalarının neden hep kıç üstü oturduğu da, şano’ya çıkıp başlar göbek atmaya.
* * *
Halk deyimleri arasında da, “olduğundan fazla görünme pozörlüğü” hakkında bir yığın atkestanesi dolaşır:
Kelin ilacı olsa kendi başına çalar...
Kel başa şimşir tarak...
Tekke düştü kel göründü...
Ne oldum delisi olmuş...
Ne oldum deme, ne olacağım de... V.s...
* * *
Son yüzyılı tarayarak şöyle bir baksak; öldürülmüş insan yığınlarının nerelerde git gide azalarak, nerelerde çoğalmaya başladığına...
* * *
Zaman geçip de ölenlerin, boşu boşuna öldüğü ortaya çıkınca; siyasetçiler:
- Konjonktür değişti, onlar geçmişte kaldı, diyorlar.
* * *
Nerelerde neler geçmişte kaldı, nerelerde neler geçmişte kalmadı?
* * *
Bizim kuşağın çocukluğunda, çokçası şimşir ağacından yapılmış küçük armudi topaçlar vardı.
Topaçların da uçlarında, oraya çakılmış sivrimtırak küçük bir kabara bulunurdu.
* * *
Topaçları ipe sardıktan sonra, öne doğru fırlatırdık. Topaçlar, ipten dönerek kurtulur ve yere düşünce de sürdürürlerdi dönmelerini...
Hangi topacın daha uzun süre döneceği yarışıydı bu...
* * *
Artık bizim çocukluğumuzun topaçları yok. Onların yerini çok daha büyük, üstü renk renk resimlerle kaplı metal topaçlar aldı.
Koskocaman metal topaçların üstlerinde, bir de yaylı sapları var.
Topacı yere koyup, sapına bastırınca dönmeye başlıyorlar.
* * *
Ne tür dünyaların siyasetçileri, ne tür topaçlarla oynuyorlar diye de, bir karikatür yapılabilir mi acaba?
* * *
Çocukluğumuzun eski şimşir topaçları...
Ve bir kahramanlık kanıtı olarak, propagandası yapılıp duran “ölüm”...
* * *
Maçlarda dahi genç izleyiciler:
- Biz buraya ölmeye geldik, diye slogan atıyorlar.
* * *
Erich Maria Remarque’ın, 1’inci Dünya Savaşı’nı anlatan “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanında; siperdeki 2 Alman askeri kendi aralarında konuşurlar.
* * *
Biri:
- Bizim İmparator’la, der; İngiltere Kralı baş başa verip anlaşsalar, biz burada ölmeyiz değil mi?
Öteki de:
- Ölmeyiz, der.
- Öyleyse neden baş başa verip anlaşmıyorlar ki?..
* * *
Bazen insanın aklından yıldırımlı bir düşünce gelip geçiyor:
- Yahu biz bu dünyaya bir an önce ölmeye mi geldik, diye...
* * *
Bir avuç siyasetçi kendi aralarında anlaşamadı mı; üniversite rektörlerinin dahi nağralandığı oluyor:
- 140 bin şehit daha verir, Atina’yı da alırız!
* * *
Keçecizade Fuat Paşa sağ olsa, herhalde böyle bir nağralanmaya da şöyle derdi:
- Obama, buna izin vermez.
* * *
Keçecizade Fuat Paşa’dan söz açınca, aynı dönemin “Islahatçı” önderlerinden 5 kez sadrazam olmuş Âli Paşa’yı da anımsamadan olmuyor. Onun biyografisine şöyle bir göz atmak da; saçma sapanlık valsinde, neden sık sık “eşekten düşmüş karpuza dönüldüğünü” gösterebilir insana.
* * *
Sadrazam Âli Paşa, Girit başkaldırısında; sorunu çözmek için Girit’e özerklik verilmesini kabul etmişti.
* * *
O zamanın gençliği de, Sedaret binasının önünde bir protesto gösterisi düzenlemişti.
Koro halinde bir slogan çınlıyordu:
- Girit bizim canımız, feda olsun kanımız!
* * *
Sadrazam Âli Paşa, sürüp giden slogan patlamalarından sıkılmış ve şu emri vermişti:
- Bağırıp duran şu gençleri askere alın hemen...
* * *
Sloganlar kesilmiş, ortalık boşalıvermişti.
* * *
Bir gerilim, bir gerilim...
Enseyi karartmayın; neler geçmişte kalmadı ki, o da kalmasın...