Tarih: 18.06.2010 13:44 Güncelleme: 18.06.2010 13:44

YEREL HABERİM

 BİZDE milli spordur:

“İpleri elinde tutan adam”a laf söylemenin belalı olduğu zamanlarda bütün suç, “ipleri elinde tutan adamın en yakın adamı”nın üzerine atılıverir.


Mesela...

Demirel'in devr-i iktidarında Demirel'e laf söyleyemeyenler, Cavit Çağlar'a sövmeyi tercih etmezler miydi?

Mesela... 

Ecevit'in mevki sahibi olduğu zamanlarda Ecevit'e bir şey denmezdi de, bütün fatura Hüsamettin Özkan'a kesilmez miydi?

Hatta bugün de...

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan umutlarını kesmek istemeyenlerin, “Ah Önder Sav ah” diyerek Önder Sav'ı şeytanlaştırmaları söz konusu değil mi?

* * *

Şimdi de deniliyor ki:

“Dış politikada yaşanan tartışmalı gelişmelerin tümünün sorumlusu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'dur.”

Peki ya Başbakan Tayyip Erdoğan?

Ona laf yok tabii ki...

O hâlâ cici... 

O hâlâ dünya lideri... 

O hâlâ  strateji dehası... 

O hâlâ  tartışmasız en iyi...

* * *

Peki neymiş Ahmet Davutoğlu'nun günahları?

Mesela...

“Yakında Kudüs başkent olacak ve hep birlikte Mescid-i Aksa'da namaz kılacağız” demiş.

İyi de kardeşim...

Başbakan Erdoğan da “Kudüs'ün kaderi, İstanbul'un kaderidir” demedi mi?

Şundan adım gibi eminim:

Eğer Ahmet Davutoğlu'nun “Yakında Kudüs başkent olacak ve hep birlikte Mescid-i Aksa'da namaz kılacağız” sözü, önce Başbakan Erdoğan'ın aklına gelseydi, söylemekte bir saniye bile tereddüt etmezdi.

Başka neymiş Davutoğlu'nun günahı?

Mesela...

İran konusunda da yanlış yapmış.

Ne yani?

Başbakan Erdoğan, son derece temkinli ve mesafeli bir İran politikası uyguluyordu da, Ahmet Davutoğlu ataklığıyla bu temkin politikasını altüst mü etti?

Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler'deki İran oylamasında “çekimser” kalmayı planlıyordu da, Ahmet Davutoğlu mu inisiyatif kullanarak “hayır” dedi?

Tayyip Erdoğan HAMAS'a “terör örgütü” dedi de Ahmet Davutoğlu ayrı baş çekip HAMAS'çılık mı yaptı?

* * *

Açıkça yazıyorum:

Eğer dış politikada bir açmaz söz konusuysa bu açmazın baş sorumlusu Tayyip Erdoğan'dır.

Eğer ABD ile ilişkiler bozulduysa ve bu büyük bir sorunsa, bunun da baş sorumlusu Tayyip Erdoğan'dır.

Türkiye'nin İsrail politikasında yanlış varsa, fatura Başbakan Erdoğan'a çıkarılır.

Ya da şöyle söyleyeyim:

Herhangi bir Anadolu kasabasındaki milli eğitim müdürünün atamasına bile müdahale eden Tayyip Erdoğan, dış politikanın temel yönelimlerini Ahmet 
Davutoğlu'na bırakmaz. Aslında bütün bu izahlara da gerek yok.

Durum gayet açıktır:

Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu arasında...

Duygu birliği... Taktik birliği... Dava birliği... Strateji birliği vardır. 

Hem de sarsılmaz bir şekilde...

* * *

Peki o zaman kısa bir süre öncesine kadar “Başbakan'ın danışmanı” sıfatını taşıyan bir zat-ı muhteremin, Ahmet Davutoğlu'nu yerle bir etme çabasını nasıl açıklayacağız?

Cevap veriyorum: Şu dört açıklama tarzından birini seçerek...

BİR: Tayyip Erdoğan'dan “Bu Ahmet de kendisini fazla mı önemsemeye başladı ne?” anlamına gelen bir yakınma cümlesi işitmiş ve cesareti buradan almış olabilir.

İKİ: Kendisine “Ne yapıyorsun? Ahmet Davutoğlu'na böyle vurulur mu” diye sorulduğunda “Lütfen çaktırmayın. Ben partide Amerikancı bir kanat oluşturmaya çalışıyorum” şeklinde bir yanıt vererek işin içinden yırtmayı düşünmüş olabilir.

ÜÇ: “Bir tek Başbakan Erdoğan önemlidir. Ona karşı yıkıcı olma, onun dışında kime karşı yıkıcı olursan ol” diye özetlenen “yeni dönemin temel düsturu”na uygun hareket ettiğini düşünmüş olabilir.

DÖRT: Ahmet Davutoğlu'na karşı kişisel bir garezi vardır, fırsatın eline geçtiğini düşünmüş olabilir.

* * *

Aslında bunların üzerinde bile durmaya gerek yok. Üzerinde durulması gereken asıl konu, “Başbakan'ı allayıp pullarken, Başbakan'dan farklı bir yönelimi olmayan Dışişleri Bakanı'nı yerin dibine sokma girişimi”dir.

Kusura bakılmasın ama ben bu tür girişimleri...

“Ben korktum, o korkmadı” diye selamlamam... Üstelik “Tayyip Erdoğan korkusu” ortada öylece dururken...

“İşte cesur adım... Bravo... Gerçekleri olduğu gibi yazdı...” falan diye takdis de etmem...

Çünkü benim açımdan cesaretin ilk koşulu mertliktir.

Gündelik notlar

- Açıkhava'da Volkan Konak konserine gittim... Bazı anlarda kendimden geçecek denli mutlu ve umutlu oldum, bazı anlarda ise hemen kalkıp gitmek istedim. Mutlu ve umutlu oldum, çünkü Volkan Konak'ın şarkı söyleme tarzını çok seviyorum. Hemen kalkıp gitmek istedim, çünkü Volkan Konak çok konuşuyor ve tarzını fazla abartıyor. Neyse... Galiba benim mizacım, o geniş ve duyarlı “Volkan Konak cemaatinin inanmış ve adanmış bir ferdi” olmaya pek müsait değil.

- Nasıl olduysa oldu, kendimi Nahide'de buldum. Sahnede Kibariye var... Şahane şarkılar söylüyor... Yerime oturduktan sonra hafiften etrafı kesmeye başladım: Sağımda Seda Sayan'ı gördüm... Solumda ise Onur Şan'ı... Buraya kadar mesele yok... Fakat Kibariye, Onur Şan'ı sahneye davet edince Seda Sayan yanındakilerle ortamı terk etmesin mi? Ve Onur Şan sahneden inince tekrar yerine dönmesin mi? Racon bilenlere sordum: “Bu işin adabında bu var mı? Eski eşten şarkı dinlemek caiz değil mi?” Sen de pek safsın tarzı bir bakış ve anında yanıt: “Yok yahu ne raconu? Seda reklam yapıyor.” Hay bin starlık kolpası! 

- Bugün twitter'a “İnsanlık tarihinin en büyük buluşu klimadır” yazdım. Sıcaktan bunalmanın derecesini anlayın artık.

- Hitler'in hayatını anlatan çizgi romanı alıp okudum. Ne yalan söyleyeyim: Bana da Hitler çizimlerde sevimli gösteriliyormuş gibi geldi. 


TÜM YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.