18.10.2014 17:01:18

Mehmet Doksanbir

 İnsanlık tarihi ilk günden itibaren iktidar mücadelesine-savaşına sahne olmaktadır. İktidar mücadelesi genel olarak psiko-sosyal temelli olmakla birlikte, sirayet edeceği makamı siyasi iktidar yani insanları, toplumu yönetme, yönlendirme olarak seçmiştir. İnsan söz konusu olduğu için ilk aşama psikolojik temelle başlamış, sosyal dinamikleri etki altına alarak gelişmiş ve nihayetinde siyasi iktidar haline dönüşmüştür. İnsanlık tarihinde iktidar mücadeleleri büyük oranda peygamberlerin tevhid dinini iktidara taşımak, ikame etmek için yapmaya görevlen-dirildikleri “devrim” ile kendini göstermiştir. Elbette ki insanlık tarihi çıkar amaçlı iktidar mücadelelerine de sahne olmuştur, ancak bizim idrak etmeye çalışacağımız peygamberlerin iktidar mücadeleleri üzerinden, tarihten günümüze ince bir çizgi çizmek ve bu çizgi üzerinden yüzyıl gerçeklerini Müslümanlar nokta-i nazarından değerlendirmek.

 Hz. Nuh, Salih, Hud, İbrahim, Yusuf, Şuayb ve daha birçok peygamber görevli olarak gönderildikleri toplumlarda yaygın olan sapkın şirk dini ile mücadele etmişler ve tehvid dinini iktidara getirmek için canhıraş mücadele sergi-lemişlerdir. Gerektiğinde bu uğurda can vermişler, muvaffakiyet noktasında insanlığın yarattığı sapkın şirk dininin ürünü olamadıkları durumlarda toplumu-insanları Allah’a havale etmişler ve helak dediğimiz toplumsal yok oluşlar gerçekleşmiştir. 

Tevhid dininin son peygamberi Hz. Muhammed’in yapmaya çalıştığı, gerçekleştirmek için mücadele ettiği, tevhid dinini ellerine iktidarı teslim etmekti. Şeriati’nin kavramsallaştırması ile söyleyecek olursak insanlığın kendi oluşturduğu ya da tevhid dini ve tevhid dininin aslına uyun olmayan şekilde sentezlendiği şirk dini ile mücadele etmiştir, peygamberimiz.  Allah “Sizin dininiz size, benim dinim bana” dedirtirken nebisine Kur’an’ın Kafirun suresinde, Mekke halkının yaygın olarak benimsediği dine dikkat çekmiştir.  Ancak biz biliyoruz ki literal olarak, Mekke toplumunda belirli bir din anlayışı yoktu.  O toplumun adı cahiliye toplumu idi müşriklikleri ile tanınıyorlardı. Onların müşrik olmaları, “dinsiz toplum-insan yoktur”, postulatının hakikati gereği, insanı genel olarak din kavramının anlam ağını genişletmeye ve bu müşrik toplumun dininin şirk dini olduğunu kabul etmeye götürüyor. 

Şirk dininin en bariz özelliği Şeriati’ye göre statükoyu elinde tutmak, toplumu sınıflara zümrelere ayırmak ve toplum tabakaları oluşturarak bu tabakalar arasında ekonomik uçurumlar meydana getirmektir. Mekke toplu-munu sosyolojik bir perspektifle değerlendirdiğimizde, şirk dininin en temel niteliklerini bariz şekilde görüyoruz. Mekke kodamanları köle ile aynı safta-aynı statüde olmayı kabullenemiyorlar ve ekonomik olarak sömürü güç-lerinin ellerinden çıkacağından korkuyorlardı. Sınıfsal olarak kabilelerin üstünlük mücadelesini gündeme getiri-yorlar ve Hz. Muhammed’in kabilesinden olmayanların kendi kabilelerinden bir peygamber çıkaramayacağı gerekçesi ile onun peygamber olduğunu itiraf ediyor ancak sınıfsal kimliklerine halel geleceği için ona inanmaya yanaşmıyorlardı.  Peygamberimizde şirk dini ile mücadele ediyor ve tevhid dinini ikame ve idame etmeye gayret gösteriyordu. Peygamberin bundaki fonksiyonu şirk dininin ele geçirdiği statükoyu egale etmek ve tevhid dinin iktidara getirmekti. Bunun için o toplumun içinde “isyan” etmişti; çünkü şirk dininin insanlık üzerindeki en önemli etkisi insanları uyutmak, onlara radikal-kaderci mantıkla yaşadıklarına reva olduklarını benimsetmek ki bu şekilde halkı sessiz tutarak iktidarlarını devam ettirmekti. Bu noktada peygamberimizin ortaya koyduğu mücadeleye “devrim” demek doğru bir ifadelendirme olacaktır. Bunun literal karşılığı ise cihaddır. En büyük cihad tevhid dinini iktidara getirmek için verilen mücadeledir. Peygamberimiz ashabı ile bunu başarıyor ve şirk dinini yerle bir ederek tevhid dinini iktidara getiriyordu. 

Allah’ın beyanıyla yirmi üç yılda din itmam edilmiş oluyordu. Bu iktidara geliş mücadelesinin psikolojik ve sosyo-lojik boyutları Mekke dönemine tekabül ediyor, siyasi boyutları ise Medine döneminde makes buluyordu. Siyasi iktidardaki tevhid dini Medine’de Medeniyeti insa ediyordu. Bu sürecin siyasi-politik yönlerini görmemek ise Müslümanların yaptığı en büyük hatalardan biri olarak tarihe mal olacaktı.

Peygamberlik örnekliği ile Allah mazlumken de, hakimken de nasıl davranılması gerektiğini Mekke ve Medine dönemi toplumsal mücadelesi ile insanlığın önüne ibret-i alem olarak yerleştiriyordu. Mekke dönemine bakıp mazlum ve mağdurken nasıl politika üretilmesi gerektiği; Medine dönemine bakarak hâkimken nasıl politika üretilmesi gerektiğini ayan-beyan görebiliriz. Kesin olan bir şey daha var ki bu siyasi-politik tavır-bilinç-eylem muvaffakiyete ulaşmıştır. Yani bu yolla her hareket başarıya ulaşır, bu süreçleri iyi okuyan her hareket muvaffa-kiyete ram olur. 

Mehmet DOKSANBİR

TÜM YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.