Hüzünlü Bir Şehit Cenazesi
Kırklareli Vize Lisesi’nde görev yaptığım yıllarda, bir gün ders çıkışında İlçe Müftülüğüne uğradım. Müftü beyin makam odasına girdim, Allah’ın selamını verdim. İlçe Müftüsü, merhum Halil Yüceer Beyefendi sevinçle ayağa kalkarak selamımı aldı ve şöyle dedi: “Zekeriya Hocam, seni bize Allah gönderdi.” Ben de, “Hocam, hayırdır; mevzu nedir?” diye sordum.
Müftü Bey, Evrenli Köyü’nde bir şehidimizin cenazesi olduğunu, cenazeyi kendisinin kıldırması gerektiğini, ancak ne kurumun hizmet aracı ne de şahsî araç bulunduğunu anlattı. Kaymakamlığı arayıp araç tahsisi istemiş, “Gönderemeyiz, kendi imkânlarınızla gidin.” cevabını almış. “Telefonu yeni kapattım; nasıl ederiz, nasıl gideriz derken sen geldin.” dedi ve ricada bulundu: “Hocam, araba senden, yakıt benden olsun; ne olur beni o köye götür.”
Ben ise, “Hocam, öyle şey mi olur? Şehidimiz bizim için kanını dökmüş, canını vermiş; buradan öteye yakıt mı düşünülür ki… Araba da benden, yakıt da benden; buyurun gidelim.” dedim. Müftü Bey ile birlikte Evrenli Köyü’ne vardık. Vakit, öğle ile ikindi arasıydı. Köy meydanının bir yanında cami, diğer yanında iki katlı köy kahvesi vardı; giriş katının üzerinde genişçe bir teras bulunuyordu. İl ve ilçe merkezinden, çevre köylerden çok sayıda vatandaş toplanmış, müftü beyin gelmesini bekliyordu. Askerî erkândan tugay komutanı ve 50–60 civarında rütbeli personel de gelmişti.
Tugay komutanı ve kurmay heyeti kahvenin üstündeki terasta, daha alt rütbeli subaylar kahvenin içinde; astsubay ve erbaşlar ise kahvenin önündeki açık alanda yerlerini almışlardı. Şehidimizin mübarek naaşı, musalla taşının üzerinde ahiret yolculuğuna çıkmayı bekliyordu. Her şey hazırdı; fakat müftüyü köye götürecek ne bir araç tahsis edilmişti ne de bir şoför. Eski Türkiye’nin o yıllarında, başıboşluk ve vurdumduymazlık işte böyle can acıtıcı şekilde karşımıza çıkıyordu. Hasbelkader, o saatlerde müftülüğe uğramamış olsaydım, şehidimizin naaşı belki daha uzun süre musalla taşında bekleyecekti.
Musallada bekleyen merhum şehidimiz, 19.09.1994’te Kars–Digor’da şehit düşen Çavuş Tarık Korkmaz idi. Son görev için şehidimiz hazırdı; cemaat hazırdı; imam da hazırdı. Müftü Efendi, şehitlik ve şehadetin önemi üzerine kısa ve etkili bir konuşma yaptı. Helallik alındı; saf düzenine geçildi; oracıkta, ikindi vakti beklenmeden cenaze namazı kılındı ve duası yapıldı.
Ne var ki, askeri erkândan hiçbir kimse—üst rütbeli ya da ast rütbeli—cenaze namazına iştirak etmedi. Bizler şehidimize olan son görevimizi yerine getirirken tugay komutanı ve kurmay heyeti terastan, subaylar kahvenin içinden, astsubay ve uzman erbaşlar kahvenin önünden adeta tribünde maç izler gibi uzaktan baktılar.
Namazdan sonra şehidin naaşı görevli askerler tarafından top arabasına konuldu. Top arabası, Beethoven’ın cenaze marşı efektiyle dan-dun sesleri eşliğinde naaşı köy mezarlığına kadar taşıdı. Mezarlık, köy meydanına birkaç yüz metre mesafedeydi. Şehidimizin kabri, yola cepheydi ve yola 3–5 metre uzaklıktaydı. Top arabası yol üzerinde durdu; görevli askerler naaşı indirdiler ve kabrine taşıdılar. Mezarlığa sadece görevli askerler girdiler. Rütbeliler ise bu defa yol üzerinden, soğuk yüzler ve donuk bakışlarla şehidimizin son yolculuğunu yine uzaktan izlediler.
Din görevlisi arkadaşlar şehidin naaşını kabre yerleştirdiler, hızlıca üzeri kara toprakla örtüldü. Akabinde görevli bir manga saygı atışı yaptı; ardından askerî erkânın tamamı oradan ayrıldı. Şehidimizin hiçbir dinî vecibesine iştirak etmediler; halkla, müftü efendiyle ve diğer görevlilerle hiçbir iletişimleri ve duygu paylaşımları olmadı. Geldiler, dikeldiler, baktılar; seyredip arkalarına bakmadan çekip gittiler. Hâlbuki şehidimiz, tüm milletimizin şehidi olmakla birlikte en çok da onların şehidiydi. Onların silah arkadaşı, emrinde çalıştıkları ya da emir verdikleri bir kardeşleriydi. Buna rağmen silah arkadaşlarının şehidimiz için yaptığı son görev sadece bu kadarla kaldı: dua yok, namaz yok, niyaz yok, helalliğe katılmak yok; defin sonrasında okunacak dualara “âmin” demek yok.
Askerler gittikten sonra müftü efendi, imam arkadaşlar ve Hafız, fakirullah Zekeriya Şahin hoca olarak bendeniz, Yâsîn Sûresi’ni okuduk. Kur’ân tilaveti bittikten sonra müftü efendi, şehidin kabri başında hissiyatı yüksek bir dua yaptı; cemaat hep birlikte “âmin” dedi. Fâtiha denildikten sonra Fâtihalarımızı okuduk ve böylece şehidimize olan son görevimizi elimizden geldiğince ifa etmeye çalıştık. Ardından ailesine, yakınlarına ve köy halkına taziyelerimizi iletip oradan ayrıldık.
Şehit Tarık Çavuş’umuzun cenazesinde devletimizin mülkî erkânı—kaymakam ve daire amirleri—de yoktu. Devleti temsilen yalnızca bir müftü efendi, çevre köylerden üç-beş imam, Evrenli Köyü’nün okul müdürü Coşkun Bey ve okulun öğretmenleri; bir de ilçeden vatan-millet sevdalısı beş-on öğretmen ve beş-on memur vardı. İşte böyle bir son görevle, Şehit Tarık Çavuş’umuzu fânî âlemden bâkî âleme yolcu ettik.
Buradan öteye yazılacak çok şey var; fakat onları yazmıyorum. Buradan ötesini siz kıymetli dostlara bırakıyorum. Allah vatanımızı, milletimizi, din ü devletimizi ebed müddet var eylesin. Şehitlerimize rahmet eylesin; makamları cennetü’l-a‘lâ olsun. Fî emânillah.
Evrenli Köyü’nde şehit cenazesinde neler yaşandı?, Kars Digor’da 1994’te şehit olan Tarık Korkmaz kimdir?, Şehit cenazesinde askeri erkân neden namaza katılmadı?, Eski Türkiye’de kamu kurumları şehit cenazelerine nasıl hazırlık yapıyordu?, İlçe müftüsü Halil Yüceer’in şehit cenazesindeki rolü neydi?, Vize’de bir öğretmenin şehit cenazesine yetişme hikâyesi nedir?, Şehit cenazesinde helallik nasıl alınır ve neden önemlidir?, Cenaze namazına katılmamanın toplumda bıraktığı etki nedir?, Şehitlik ve şehadet kavramı cenaze törenlerinde nasıl anlatılır?, Köy mezarlığında şehit defni nasıl yapılır?, Şehit cenazesinde top arabası ne anlama gelir?, Beethoven’ın cenaze marşı askeri törenlerde neden çalınır?, Askerî protokol şehit cenazesinde hangi görevleri üstlenmelidir?, Devletin mülkî erkânı şehit cenazelerinde neden bulunmalıdır?, Şehit cenazelerinde din görevlilerinin sorumlulukları nelerdir?, Yâsîn ve Fâtiha okumak şehit kabri başında ne ifade eder?, Köy cemaatinin şehit cenazelerine katılımı neden önemlidir?, Şehit cenazesinde duygusal mesafe ve vurdumduymazlık nasıl eleştirilir?, Vize Lisesi öğretmenlerinin şehit cenazesine katılımı nasıl gerçekleşti?, Şehit Tarık Korkmaz’ın cenaze töreninde hangi eksiklikler yaşandı?, Şehit cenazelerinde iletişim ve koordinasyon eksikliği nasıl giderilir?, Bir öğretmenin müftüye araç tahsis ederek şehit cenazesine katkısı ne anlatır?, Şehit defin işlemlerinde saygı atışının anlamı nedir?, Şehit cenazesinde helallik, dua ve niyaz neden toplumsal bir görevdir?, Türkiye’de şehit cenazelerinde etik ve vicdanî sorumluluklar nelerdir?
Kırklareli Vize Lisesi’nde görev yaptığım yıllarda, bir gün ders çıkışında İlçe Müftülüğüne uğradım. Müftü beyin makam odasına girdim, Allah’ın selamını verdim. İlçe Müftüsü, merhum Halil Yüceer Beyefendi sevinçle ayağa kalkarak selamımı aldı ve şöyle dedi: “Zekeriya Hocam, seni bize Allah gönderdi.” Ben de, “Hocam, hayırdır; mevzu nedir?” diye sordum.
Müftü Bey, Evrenli Köyü’nde bir şehidimizin cenazesi olduğunu, cenazeyi kendisinin kıldırması gerektiğini, ancak ne kurumun hizmet aracı ne de şahsî araç bulunduğunu anlattı. Kaymakamlığı arayıp araç tahsisi istemiş, “Gönderemeyiz, kendi imkânlarınızla gidin.” cevabını almış. “Telefonu yeni kapattım; nasıl ederiz, nasıl gideriz derken sen geldin.” dedi ve ricada bulundu: “Hocam, araba senden, yakıt benden olsun; ne olur beni o köye götür.”
Ben ise, “Hocam, öyle şey mi olur? Şehidimiz bizim için kanını dökmüş, canını vermiş; buradan öteye yakıt mı düşünülür ki… Araba da benden, yakıt da benden; buyurun gidelim.” dedim. Müftü Bey ile birlikte Evrenli Köyü’ne vardık. Vakit, öğle ile ikindi arasıydı. Köy meydanının bir yanında cami, diğer yanında iki katlı köy kahvesi vardı; giriş katının üzerinde genişçe bir teras bulunuyordu. İl ve ilçe merkezinden, çevre köylerden çok sayıda vatandaş toplanmış, müftü beyin gelmesini bekliyordu. Askerî erkândan tugay komutanı ve 50–60 civarında rütbeli personel de gelmişti.
Tugay komutanı ve kurmay heyeti kahvenin üstündeki terasta, daha alt rütbeli subaylar kahvenin içinde; astsubay ve erbaşlar ise kahvenin önündeki açık alanda yerlerini almışlardı. Şehidimizin mübarek naaşı, musalla taşının üzerinde ahiret yolculuğuna çıkmayı bekliyordu. Her şey hazırdı; fakat müftüyü köye götürecek ne bir araç tahsis edilmişti ne de bir şoför. Eski Türkiye’nin o yıllarında, başıboşluk ve vurdumduymazlık işte böyle can acıtıcı şekilde karşımıza çıkıyordu. Hasbelkader, o saatlerde müftülüğe uğramamış olsaydım, şehidimizin naaşı belki daha uzun süre musalla taşında bekleyecekti.
Musallada bekleyen merhum şehidimiz, 19.09.1994’te Kars–Digor’da şehit düşen Çavuş Tarık Korkmaz idi. Son görev için şehidimiz hazırdı; cemaat hazırdı; imam da hazırdı. Müftü Efendi, şehitlik ve şehadetin önemi üzerine kısa ve etkili bir konuşma yaptı. Helallik alındı; saf düzenine geçildi; oracıkta, ikindi vakti beklenmeden cenaze namazı kılındı ve duası yapıldı.
Ne var ki, askeri erkândan hiçbir kimse—üst rütbeli ya da ast rütbeli—cenaze namazına iştirak etmedi. Bizler şehidimize olan son görevimizi yerine getirirken tugay komutanı ve kurmay heyeti terastan, subaylar kahvenin içinden, astsubay ve uzman erbaşlar kahvenin önünden adeta tribünde maç izler gibi uzaktan baktılar.
Namazdan sonra şehidin naaşı görevli askerler tarafından top arabasına konuldu. Top arabası, Beethoven’ın cenaze marşı efektiyle dan-dun sesleri eşliğinde naaşı köy mezarlığına kadar taşıdı. Mezarlık, köy meydanına birkaç yüz metre mesafedeydi. Şehidimizin kabri, yola cepheydi ve yola 3–5 metre uzaklıktaydı. Top arabası yol üzerinde durdu; görevli askerler naaşı indirdiler ve kabrine taşıdılar. Mezarlığa sadece görevli askerler girdiler. Rütbeliler ise bu defa yol üzerinden, soğuk yüzler ve donuk bakışlarla şehidimizin son yolculuğunu yine uzaktan izlediler.
Din görevlisi arkadaşlar şehidin naaşını kabre yerleştirdiler, hızlıca üzeri kara toprakla örtüldü. Akabinde görevli bir manga saygı atışı yaptı; ardından askerî erkânın tamamı oradan ayrıldı. Şehidimizin hiçbir dinî vecibesine iştirak etmediler; halkla, müftü efendiyle ve diğer görevlilerle hiçbir iletişimleri ve duygu paylaşımları olmadı. Geldiler, dikeldiler, baktılar; seyredip arkalarına bakmadan çekip gittiler. Hâlbuki şehidimiz, tüm milletimizin şehidi olmakla birlikte en çok da onların şehidiydi. Onların silah arkadaşı, emrinde çalıştıkları ya da emir verdikleri bir kardeşleriydi. Buna rağmen silah arkadaşlarının şehidimiz için yaptığı son görev sadece bu kadarla kaldı: dua yok, namaz yok, niyaz yok, helalliğe katılmak yok; defin sonrasında okunacak dualara “âmin” demek yok.
Askerler gittikten sonra müftü efendi, imam arkadaşlar ve Hafız, fakirullah Zekeriya Şahin hoca olarak bendeniz, Yâsîn Sûresi’ni okuduk. Kur’ân tilaveti bittikten sonra müftü efendi, şehidin kabri başında hissiyatı yüksek bir dua yaptı; cemaat hep birlikte “âmin” dedi. Fâtiha denildikten sonra Fâtihalarımızı okuduk ve böylece şehidimize olan son görevimizi elimizden geldiğince ifa etmeye çalıştık. Ardından ailesine, yakınlarına ve köy halkına taziyelerimizi iletip oradan ayrıldık.
Şehit Tarık Çavuş’umuzun cenazesinde devletimizin mülkî erkânı—kaymakam ve daire amirleri—de yoktu. Devleti temsilen yalnızca bir müftü efendi, çevre köylerden üç-beş imam, Evrenli Köyü’nün okul müdürü Coşkun Bey ve okulun öğretmenleri; bir de ilçeden vatan-millet sevdalısı beş-on öğretmen ve beş-on memur vardı. İşte böyle bir son görevle, Şehit Tarık Çavuş’umuzu fânî âlemden bâkî âleme yolcu ettik.
Buradan öteye yazılacak çok şey var; fakat onları yazmıyorum. Buradan ötesini siz kıymetli dostlara bırakıyorum. Allah vatanımızı, milletimizi, din ü devletimizi ebed müddet var eylesin. Şehitlerimize rahmet eylesin; makamları cennetü’l-a‘lâ olsun. Fî emânillah.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.