Bir mahkeme kararıyla bir insanın yaşama tutunması sağlanabilir mi? Türkiye’de yargının önüne gelen bazı dosyalar, artık yalnızca hukuk değil, vicdan sınavına da dönüşüyor.
Bugünlerde hukukçular olarak sadece yasaları değil, yaşamın bizzat kendisini tartışıyoruz. Özellikle son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız özellikle “ …..kanser tedavisinde kullanılan ilaçlara erişim….” konulu davalar, bu tartışmayı en somut biçimiyle gündeme taşıyor. Bir yanda hayati öneme sahip, bilimsel raporlarla zorunluluğu ispatlanmış ilaçlar... Diğer yanda SGK’nın ödeme kısıtlamaları ve uzun süren yargı süreçleri...
İşte bu noktada sorumuz sadece hukuki değil, insanidir: Bir insanın yaşayıp yaşamamayacağına, mahkemeler karar verir mi? Yoksa bu sorumluluk artık insanlığın ortak vicdanına mı aittir?
Yaşam Hakkının Yargının Takdirine Bırakıldığı Dosyalar
Son dönemde sıkça karşılaştığımız şu tablo, hem vicdanı hem hukuku rahatsız edecek niteliktedir:
“…….Bir kişiye ileri evre kanser tanısı konulmuş, doktorları tarafından bilimsel raporlarla belgelenmiş bir tedavinin hayati olduğu söylenmiş, bu tedaviye ilişkin ilacın bedelini karşılayamadığı için sosyal güvenlik kurumuna başvurmuş, reddedilmiş ve bunun üzerine mahkemeden ihtiyati tedbir talep etmiş……………..”
Tam bu noktada mahkemeye düşen sorumluluk, basit bir idari işlemin denetimi değil; bir insanın yaşayıp yaşamayacağının hukuken gözden geçirildiği hayati bir sınavdır. Ne yazık ki uygulamada bazı mahkemeler bu sorumluluğu, “dosyada yeterli bilimsel dayanak yok” gibi gerekçelere dayandırarak yerine getirmemektedir.
Ve yine uygulamada büyük bir sorunla karşı karşıyayız: Mahkemeler ihtiyati tedbir talebini değerlendirirken, tedavinin hayati olduğuna dair çok ayrıntılı ve bilimsel dayanaklı raporlar ister hale gelmiştir.
Mahkemeler ihtiyati tedbir kararı verirken özellikle şu hususlara dikkat etmektedir:
Dolayısıyla, dava açacak kişi ya da avukatı; dosyaya sunacağı sağlık kurulu raporunu bu ölçütlere uygun şekilde hazırlamalı, tercihen en az üç hekim onaylı, doz bilgilerini ve etken maddeyi içeren, detaylı gerekçelendirilmiş belgelerle başvurusunu desteklemelidir. Raporlar yalnızca “tedavi önerisi” değil, tedavinin alternatifsiz, hayati ve acil olduğuna dair net ifadeler taşımalıdır.
Dolayısıyla dava açmadan önce; hekimin tek imzayla verdiği basit bir ilaç raporu değil, tercihen sağlık kurulu tarafından hazırlanmış, bilimsel temele dayalı, ayrıntılı ve hekim imzalı raporlar elde edilmelidir. Ancak kurul raporunun şart olmadığını tercihen kurul raporunun daha etkili olacağını önemle vurguluyoruz.
Hastane seçimi de bu noktada çok önemlidir. Her hastane, sağlık kurulu raporu vermeye yetkili değildir. Bu nedenle hasta yakınlarının veya avukatların bu konuda donanımlı merkezleri tercih etmesi elzemdir.
Yaşam Hakkının Şekil Kurbanı Edilmemesi Gerekir
Bazı durumlarda mahkemeler, dosyada sunulmuş sağlık kurulu raporlarının içeriklerini derinlemesine değerlendirmeksizin, “yeterli tıbbi gerekçe yok” şeklinde genel ifadelere dayanarak ihtiyati tedbir taleplerini reddedebilmektedir. Oysa sağlık kurulu raporlarında üç hekim onayı ile düzenlenmiş, etken madde, doz bilgisi ve uygulanacak tedavi şeması açıkça belirtilmişse; bu belgelerin hukuken yeterli nitelikte değerlendirilmesi gerekir.
Bu nedenle, mahkemelerin bu tür raporları şekli eksiklik iddiasıyla değil, maddi gerçeğe dayalı bir değerlendirme ile ele alması gerekir.
Hastanın Durumu: Yargılamanın Uzunluğu, Tedbirin Hayati Önemi
SGK, hayati öneme sahip ilaçlara ilişkin talepleri sıklıkla Sağlık Uygulama Tebliği gerekçesiyle reddetmekte, kişiler dava açmak zorunda kalmaktadır. Ancak bu yargılama süreci aylar, hatta yıllar sürebilmektedir.
Peki, hasta dava sürerken tedaviye erişemezse ne olur? Cevap açıktır: mahkeme olumlu karar verinceye kadar hasta hayatını kaybedebilir.
Bu nedenle ihtiyati tedbir, bu tür davalarda bir “önlem” değil, yaşama tutunmanın tek hukuki aracıdır.
Yargı, bu tür davalarda görevini yalnızca prosedürle sınırlamamalı; yaşam hakkını korumak için aktif davranmalıdır
Yargının önüne gelen her dosya, bir paragraf hukuk metni olmayabilir. Bazı dosyalar, bir insanın yaşayıp yaşamayacağının belirlendiği hayati eşiklerdir.
Bu gibi durumlarda yargı, sadece kuralın uygulayıcısı değil, insan haklarının koruyucusu sıfatıyla hareket etmelidir. Vicdan, hukuk ve insanlık ortak paydada buluştuğunda, gerçek adalet anlamına kavuşacaktır. Saygılarımla..
“….Bir insanın yaşayıp yaşamayacağının hukuken tartışıldığı yerde, hukukun vicdanla işbirliği şarttır…..”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.