Bir kentin konuştuğunu duydunuz mu hiç? Duymadınız değil mi? O zaman hazır olun bir kentin ağzından dökülen kelimeleri duymaya… Bendeniz Selymbria, yani bugünkü adıyla Silivri’yim ben. Üç bin yılı aşkındır insanlar üzerimde yaşar benim. “Vay bee” diyenlerinizi duyar gibiyim… Siz sadece beni dinleyin. Bir şehir konuşuyor bu defa, bir şehir kendinden ve insanlarından bahsediyor.
Manzarası bol, doğası harika, denize sıfır bir kentim ben… Nice insanlara ev sahipliği yaptım, bıkmadan, usanmadan ve hiç yorulup, gocunmadan. Nice savaşlar yapıldı topraklarımda, nice gemiler demir attı limanlarımda ve nice insanlar misafirdir hala mezarlıklarımda. Nice doğumlara ve nice ölümlere şahit oldum ben üç bini aşkın yaşımda.
Yüce aşklar doğdu, büyüdü ve yaşadı benim bağrımda. İnsanlarla dost oldum. Tarlama tohum, denizime ağ attılar. Onlara taze balıklar sundum serin sularımdan. Hormonsuz ve sağlıklı yemişler topladılar tarlalarımdan, bağlarımdan. Üzüm bağları yaptılar topraklarımda ve kavun, karpuz, domates tarlaları. İpek Böceği yetiştirip, tarımcılık yapıp, güzelliklerimi turizme açarak, gelir elde ettiler.
Üzerimde yaşayan her insana eşit davrandım… Din, dil ve ırkını ayırmadan, hem kiliseyi, hem de camileri bir arada barındırdım. Sultan Orhan Gazileri, Kanuni Sultan Süleymanları gördüm ben. 1453 yılında bir Cihan İmparatoru geçti üzerimden, surların dibine doğru hareket etti, fethetmek üzere İstanbul’u… Fatih Sultan Mehmed ile ordusuna soğuk sularımdan ikram ettim ve öyle uğurladım bir çağı kapayıp, yeni bir çağı açmaya.
Denizim temiz, ormanlarım yeşil, insanlarım sıcaktır. Üzerinde camadan ile potur giymiş saf yürekli ve temiz insanların diyarıyım ben. Bu sıcak yürekli insanlarımın düzenlediği Yoğurt ve Domates Festivallerim var benim… Yıllardır yapılagelir ve gelenekselleşmiştir. Fatih’in fethettiği İstanbul ve dünyaya açılan sınır kapısının ortasında bulunurum… Kolaydır her yere ulaşımım.
Arada sesler yükselmesin sakın… Bir şehir konuşuyor, dinleyin hele. Hep insanlar konuştu, ben kulak misafiri oldum. O kadar doldum ki sormayın gitsin. Acılar, sevinçler, dostluklar, kavgalar, yolcular, hancılar, politikacılar… O kadar şeye şahit oldum ki üç bin yıldır. Artık konuşma sırası bendeniz Silivri’de.
Evet… İnsanlara tarlalarımdan, denizimden yemişler sundum. Üzerime kurdukları binaları gocunmadan sırtımda taşıdım. Denizimi, doğamı kirleten, tarihi eserlerimi kırıp döken insanlar da gördüm ben. Yine de öfkelenmedim, yine de sabır gösterdim. Sadece konuşmak istiyorum, biraz da ben anlatmak.
Şimdi üzerimde yaşayan insanlara ve özellikle gençlere sesleniyorum. Gezdiğiniz her sokağımda buram buram tarihin kokusunu alırsınız… Bir yandan Bizans’ın tarihi yapılarına bir yanda büyük usta Mimar Sinan’ın eşsiz eserlerine rastlayabilirsiniz. Pırıl pırıl ışıldayan kumsallarımda denizin tadını çıkarır, püfür püfür esen ormanlarımda doğanın kollarına koyuverirsiniz kendinizi. Dünyayı gezseniz, denizle ormanın birleştiği ve tarihle buluştuğu böyle eşsiz bir yaşam alanı bulamazsınız.
Ağaçlarımı daha da yeşertin, denizimin maviliğine mavilik katın. Sokaklarımı, tarihi eserlerimi temiz tutup, koruyun. Sizler yaşanabilir bir Silivri’yle karşılaştınız üç bin yıl sonra. Bundan üç bin yıl sonrasına da öyle bir kent bırakın. Çok konuşup, başınızı ağrıttım… Artık bana müsaade. Üç bin yıl sonra bir kez daha konuşurum belki, ama sizi bulamam. Hoşça kalın, hoş yaşayın topraklarımda. Çok fazla kavga edip gürültü yapmayın, sevin birbirinizi… Özel ricamdır.