1988'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, üç yıl kadar Almanya'da bulundum. Almanya'ya gidiş sebebim aile birleşimi ve Köln Üniversitesi Felsefe Fakültesi'nde İslam bilimleri alanında akademik çalışmalar yapmaktı. Almanya'daki Türk nüfusu genellikle Berlin ve sanayi üçgeni olarak bilinen Kuzey Ren-Vestfalya bölgesinde yaşar. Bizim ikametimiz de Düsseldorf'a çok yakın, küçük bir şehir olan Heiligenhaus'taydı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına ait tüm işlemlerimiz, Düsseldorf Başkonsolosluğu binasında yapılıyordu: nüfus kaydı, pasaport işlemleri, evlilik işlemleri gibi.
1989 yılının ilk aylarındaydı. Pasaportumun süresini uzatmak için, sabahın çok erken saatlerinde, henüz güneş doğmadan konsolosluk binasının önündeki sıraya girmek üzere yola çıktık. Erken gitmemizin sebebi, metrelerce uzanan kuyrukta yer kapmaktı; zira konsolosluğun hizmet kapasitesi sınırlıydı ve geç kalanlar o gün işlerini halledemiyordu. Neyse ki, biz ortalarda bir yerdeydik; önümüzde ve arkamızda yaklaşık 100'er kişi vardı.
Konsolosluk binamız, Ren Nehri kıyısında, çok nezih bir konumdaydı. 3-4 katlı, klasik tarzda bir yapıydı ve önündeki dalga dalga dalgalanan ay-yıldızlı bayrağımızı görmek, bize olağanüstü bir haz yaşatıyordu. Sanki kısa bir süreliğine de olsa Türkiye'ye gitmiş gibi hissediyorduk.
Bu güzel duygularla uzun kuyrukta birkaç saat bekledikten sonra nihayet mesai saati başladı ve görevli memurlar vatandaşları 15-20 kişilik gruplar halinde içeriye almaya başladılar. Bir müddet sonra bizim de sıramız geldi. Sabahın erken saatlerinde, buz gibi havada 2-3 saat bekledikten sonra iliklerimize kadar üşümüştük. Binanın içine girince, kendimizi vatan gibi, baba ocağı gibi sımsıcak bir ortamda buluverdik.
İlgili memura pasaport süre uzatımı (temdit) işlemi için geldiğimi söyledim. İşlemi yaptıktan sonra vezneye gidip ücreti yatırdım. Geriye sadece konsolosun imzası ve onayı kalmıştı. İşte bizim 3000 marklık hikayemiz tam da burada başlıyor. İmza ve onay için ikinci kata çıktım. İmza yetkilisi konsolos yardımcısının kapısını tıklayarak edep ve erkânla içeri girdim. Makamda oturan, orta boylu, tıknaz, mavi, pörtlek gözlü bir monşer konsolos vardı.
Kapıdan içeri girer girmez, "Selamün aleyküm" diyerek selam verdim. Selamımı duyunca yüzü birden bembeyaz oldu, sanki şeytan çarpmışa döndü. Yüzü Ebu Cehil'in yüzü gibi kaskatı kesildi ve kıpkırmızı oldu. Mavi, pörtlek gözleri fal taşı gibi açıldı. Selamımı almadı, hatta öfkeli bir şekilde "İşlemin nedir?" diye sordu. Ben de "Pasaport süre uzatımı, efendim" dedim.
Pasaportu eline alıp hem pasaporta hem de bana baktı. "Almanya'da bulunma sebebin nedir?" diye sordu. Ben de "Aile birleşimi ve Köln Üniversitesi'nde akademik çalışma yapmak için geldim" dedim ve öğrenci kimliğimi gösterdim. "Türkiye'de ne okudun, alanın ne?" diye sordu. İlahiyat deyince adam cin çarpmışa döndü ve "Ben bu pasaportu imzalamıyorum. Samsun'a git, orada imzalat" dedi.
Aramızda bir tartışma başladı. "Neden imzalamıyorsunuz? Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Bu konsolosluk, buradaki Türk halkına hizmet vermek için vardır. Devletimiz size bu işleri yapmanız için maaş veriyor" dedim. Bu şekilde konuştukça daha da fazla öfkelendi. Ses tonumuz yükselmeye başladı ve sonunda "İmzalamıyorum! Git beni istediğin yere şikayet et" diyerek kapıyı gösterdi. Ben de "Burası sizin babanızın tapulu evi değildir. Burası devletimizin hizmet binasıdır. Kimseyi kovmaya hakkınız yok" dedim. Güvenlik çağırıp beni zorla dışarı atacağını söyleyince, daha fazla tartışmaya girmeden dışarı çıktım.
Sonrasında Türkiye'nin yolunu tuttuk. Almanya'dan önce İstanbul'a, oradan da Samsun'a git gel derken, tam 3000 mark masrafımız oldu. İşte eski Türkiye'de işler böyle yürüyordu. Yorumu sizlere bırakıyorum. Fi emanillah.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.