Düşmana İhtiyaç Var
“Paranoid kişilerde düşman algılama ihtiyacı vardır. Bu tip paranoid kişiler herhangi bir topluluğa girdikleri zaman herkesi potansiyel düşman olarak görürler. Herkesi ve her şeyi dost ve düşman paradigması ile algılarlar. Savunma halindedirler...
Sosyal psikolojide değerlendirdiğimiz zaman bu durumu bireydeki dinamikle toplumdaki dinamiklerle benzeşir. Sosyal paranoya, sosyal empati, sosyal şizofreni, sosyal afazi gibi kavramlar üzerinde durulmaya başlanmıştır. Eğer sosyal paranoyadan başlarsak biliyoruz ki soğuk savaş bitmiş durumda. NATO’nun da askeri bir yapı olduğu ve düşmana ihtiyaç duyduğu gerçeğinden yola çıkarsak, 1993 yılında Brüksel’de yapılmış bir toplantıda İslami radikalizmin düşman kapasitesinin yüksek olduğu göz önünde bulundurularak
El-kaide gibi grupların NATO’nun hedefi olarak gösterilmesi düşüncesi oluşmuştur.
İslamofobi Böyle Yaratıldı
NATO’nun bu kararı doğrultusunda ülke orduları birtakım savaş planları stratejileri geliştirmeye başlıyor. Zaman içerisinde dini radikalizmle dini inanç tepkileri birbirine karıştırılıyor. Bu toplumsal olarak gerçeklik algısından çıkıp paranoya algısına dönüşüyor ve İslamofobi yaratılıyor.
Elbette bunun düzeltilmesi gerekmektedir. İslam medeniyetiyle Hristiyan medeniyetini çatıştırarak güç dengesi yaratılmaya çalışılmıştır. Burada radikal dinci örgütlere karşı olmak yerine İslam dinine karşı olmak haline gelen genel bir tutum oluşmaktadır. Fobinin oluşmasındaki en büyük etmenin paranoid algılama, kuşkucu yaklaşım şüpheci yaklaşımlar olduğunu düşünmekteyiz.
Korku Gerçek Değilse Ortadan Kaybolur
İslamofobiyi ele alırken İslam’ın ve Müslümanların hatalı tutumları var mı? Temsil özelliği ne derece doğru? vb. sorular oldukça önemlidir. Özellikle batıya çalışmak için giden Müslüman kimlikli insanların İslam’ı yanlış temsil etmesi İslamofobi’nin o bölgelerde artmasına katkı sağlamıştır. Elbette yanlış örnekler kadar güzel örnekler ve çalışmalar da mevcut. Bu fobinin giderilmesinde psikolojide kullanılan yöntem konfrontasyon yöntemidir. Kişinin
korkuyla yüzleşmesi ve duyarsızlaşmasıdır. Diyalog kurulup, kişi korktuğu nesneyle yüzleştiğinde korkunun temelinde neden gerekçe gerçekse korku pekişir gerçek değilse korku ortadan kaybolur. Kendilerinde korku unsuru olmadığı sürece Kuran’ın ve Müslümanlık’ın açık açık anlatılması gerekmektedir. Anlatılan insanlarda doğal olarak içlerindeki korkunun lüzumsuz olduğunu anlayacak ve bu korku dağılacaktır.
11 Eylül Ve Hitler
Cemil Meriç in güzel bir lafı vardır: En büyük düşman önyargı en büyük ihtiyaç diyalog. Burada diyalog ve temsilin çok önemli olduğunu tekrar vurguluyoruz.
11 Eylül’de yaşanan İkiz Kuleler saldırısında Muhammed Ali’nin habercilere verdiği yanıtı paylaşmak istiyorum. Yıkıntılar arasında dolaşırken habercilerin sorduğu “Müslüman bir terör örgütüyle aynı dine mensup biri olarak neler hissediyorsunuz” sorusuna karşılık “Siz Hitler’le aynı din mensubu olarak ne hissediyorsanız ben de onu hissediyorum” cevabını vermiştir.
Avrupa’nın Yeni Yahudileri Müslümanlar
Batı’da Hitler sosyal Darvinizm’den çok etkilendi. Yahudileri parazit ırk olarak tanımladı, Türkleri kültür taşıyıcı olarak yorumladı, Fransızları zencileşmekte
olan bir ırk olarak gördü, ırklar hiyerarşisi oluşturarak en tepeye kendi Alman ırkını koyarak diğerlerini altına sıraladı. Bunu yaparken Yahudi ırkının yok edilmesi gerektiğini savundu çünkü parazit olarak görüyordu. Şimdilerde aynı yaklaşım ya da benzerini Müslümanlara karşı güden bir Avrupa kıtası mevcut. İnsan hakları açısından Arap baharının yaşanması bir şans olmuştur. İnternet ve yayın kuruluşlarının olması gerçek Müslümanlığı ve İslamiyet’i anlattığımız zaman bu yaşanan antislamizmi gidermiş oluruz. Güçlü bir Müslüman kitle var nüfus kalabalık ve zenginleşiyor ama düşman kapasitesi yok, düşman değil bunun vurgulanması için gerçek Müslüman gerçek Kuran, gerçek İslam’ın anlatılması gerekiyor.
Politik psikolojide verilen bir örnek vardır. Amerikalı beyaz bir kadın yanında
çocuğuyla giderken karşıdan bir zenci geliyor. Zenci gelirken Amerikalı beyaz kadın farkında olmadan çocuğunu kendine doğru çekiyor. Bu önyargı çalışmalarında otomatik kalıplaşmış davranış olarak öne çıkıyor. Tabii bu ötekileştirme davranışı zamanında zencilere beyazlar tarafından uygulanırken
bugün (Obama dönemi) ABD başkanı siyahî bir Amerikan vatandaşıdır. Yani kültürel değişim örneğidir. Bunu insanlığın gelişmişlik düzeyine de bağlayabiliriz.
Türkiye’de ötekileşmiş kesim olarak dindar kesim ve Kürt kesiminin olduğunu biliyoruz. Nasıl zamanında Yahudiler Avrupa’nın ötekileştirilmiş kesimiydi iseler bugün de Avrupa için İslami kesim ötekileştirilmiştir.”