Bir Köy Hikayesi Denemesi..!
Küçük ağa atını mahmuzladığında hızla konağın kapısından çıktı, adamları ahşaptan kocaman ve ağır kanatlı kapıyı kapamaya çalışırken ağa çoktan tepenin yamacını tırmanıyordu, ağa yaman bir ata sahipti.
Arada bir; büyük sürülerinin bulunduğu yaylaya çıkar, malını seyretmekten hoşlanırdı.
Diğer taraftan binlerce dönümlük tarlasında pamuk işçileri çalışır, o işlerini kahyasına bırakmış hesabını ondan sorardı.
Babası da kendisi gibi ağaydı, küçük yaşta onu kaybettiğinde ağalıkla küçük yaşta tanışmış boy verip fidan gibi olduğunda annesi tamamen mesuliyeti ona devretmişti.
Asıl adı Cemal olan ağanın bu ismini çokları bilmiyordu, çevre köy halkı da onu Küçük ağa olarak biliyorlardı.
Evli olan kız kardeşleriyle hiç ilgilenmeyen ve onların fakirliğini umursamayan küçük ağanın bu gaddarlığını herkes yadırgıyordu ancak bunu dillendirmekten korkuyorlardı! bütün variyetin tek varisi olduğunu düşünen küçük ağa ömrünü büyük bir şımarıklıkla geçiriyordu.
Uzaktan sürülerinin bulunduğu mahal görülmeye başladığında atının dizginlerine yapışarak geriye yaslandığında atı yavaşladı, rahvan yürüyen atının yelelerini ve başını okşuyordu, o diyarda bulunan en iyi cins atlardan birinin sahibiydi, safkan arap atıydı, civarda öyle güzel bir at yok gibiydi, kanatsız uçar ve yeleleri rüzgarın ritminde adeta dans eder gibiydi, bembeyaz olan atın yer yer vücudunun bazı noktalarında simsiyah parıldayan lekeler onu desenli basmalar misali çok güzel ve alımlı gösteriyordu.
Ağa, atının üzerinde siyah körüklü çizmeleriyle gümüş kabzalı kamçısıyla, beyaz gömleğinin üzerinde siyah yeleği ve yeleğinde sarkan köstekli saatin gümüş zinciriyle bir başka mağrur görünüyordu, seyislerinden atına gözü gibi bakılmasını istiyordu bu yüzden ikinci seyisine çok defalar sitem etmekten geri kalmıyordu.
Atını durdurduğunda inmeye yeltendi, mevsim güze evrilmeye yüz tutmuş hava ılık ova kalabalıktı, koyunların kuzularla kavuşmasıyla yayla meleme sesleriyle coşmuştu, bir tarafta koyunları sağan kadınlar sağdıkları koyunları bırakıp doldurdukları süt bakraçlarını taşıyorlardı, çobanların yanık kavalları kesilmiş uzaktan fark ettikleri ağalarından ötürü yaylada koşturmacalar hız kazanmıştı, çoban köpekleri ağır abi modunda yürüyor kimi uzanmış dinleniyorlardı.
At huysuzlanmaya başlamıştı, ağa atın dizginlerini çektiğinde at hafif şahlanmış havada olan ön iki ayağını yere koyduğunda atının yularını elleriyle kavramış sımsıkı tutan bir adamı fark etti!
Etrafta kimse yokken bu adamda nereden peydah olmuştu!
Küçük ağa;
-Sende kimsin? Dedi, biraz korku ve hayret arasında geldi gitti.
Ne kadarda dalmışımda fark etmemişim diye içinden geçirse de, bu ani olay karşısında doğrusu irkilmişti.
Bir ağayı korkutmak hangi marabanın haddidir diye düşünüyordu, oysa sürüyle arasındaki mesafe bayağı uzakken bu adamı fark edememiş olmasına ne demeliydi.
Büyük bir kızgınlık ve şaşkınlıkla
– Sende kimsin be adam? Dedi.
Atın yularını kavrayan bu meçhul adam büyük bir sakinlikle;
-Eğil kulağına söyleyeyim” Dedi.
Ağadaki şaşkınlık yerini bir anlık gurura terk etmiş,
-Sen kimsin ki bana eğil de söyleyeyim diyorsun?
-Kim olduğumu sen sormadın mı? Dedi meçhul adam.
-Eğil o halde!
Ağa atını mahmuzlayıp dizginlerini çekti ancak at yerinden kımıldamıyordu.
-Söyleyiver sağır değilim duyarım, demek zorunda kaldı ağa.
-Hayır olmaz, eğil de söyleyeyim! sözünü tekrarladı!
Ağa eğildiğinde, meçhul adam kulağına;
-Ben Azrail’im. Dedi.
Ağa doğrulduğunda yüzü kağıt gibi bembeyazdı, o heybetli adamın omuzları düşmüş adeta atının üzerinde küçülmüş korkudan tir tir titriyordu.
Dizginlere yapışan adam çok ciddi bir simaya sahipti!
Hiç şaka yapacak birine benzemiyordu!
-Ömür sermayen tükendi ağa. dedi Azrail.
Yayladaki malına marabalarına son kez baktı ağa.
Uzun süre ağanın yanlarına gelmeyişine ve atının üzerinde eğilip kalkmasına, atının aynı noktaya çiviyle çakılmış gibi kımıldamamasına bir anlam veremeyen adamları, çobanlarından birine -hele koş ağamızın yanına var demesiyle bir çoban koşturmaya başladı.
Nefes nefese ağanın yanına varan çoban, ağa ile göz göze geldi.
Çoban, ağzından hızlı hızlı nefes almakta iken iki elini göbeğinin üzerinde bağlayarak;
-Bir şey mi oldu ağam. Dedi.
-Görmüyormusun? Dedi ağa.
-Neyi? Dedi çoban.
Ağa ağlamaya başladı, gözlerinden sicim gibi yaşlar boşaldı, çobanın eli ayağına dolaştı, ağasını hiç bu kadar aciz ve yufka yürekli görmemişti ve hiç bu kadar düşkün hayal bile edemezdi, çoban garip şeylerin olduğu kesin diye geçirdi içinden ve ova’ya dönüp kendilerine bakmakta olan tüm marabalara el sallayarak çağırma hareketi yaptı, bir taraftan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
-Koşuuuuun…
Ağa gözlerini çobanın da göremediği meçhul adama dikip;
-Hiç zamanım yok mu? Dedi
-Ne bir an geri, ne bir an ileri. Dedi Azrail.
Çoban, ağasının bir noktaya bakarak kendi kendine konuştuğunu bir şeyler sorduğunu duyar gibi oldu ama bu olanlara bir türlü anlam veremiyordu, ağasındaki bu değişikliklere anlam yüklemeye çalışıyordu, galiba içkiyi fazla kaçırmış olmalı diye geçirdi içinden.
Marabaların hepsi, her bir taraftan Ağaya doğru bağrış çağrış içinde kadınlı erkekli koşuyorlardı.
Ağa mırıldanarak konuşmalarını sürdürüyordu;
Şu sürülerimin hepsini zekat olarak dağıtayım, pamuk tarlalarımı marabalarımın arasında pay edeyim, kız kardeşlerimin hepsine köyümü mülkümü vereyim, Rabbimden af dileyeyim şuracıkta bir abdest alıp iki rekat namaz kılayım. Dedi ve durdu.
Atın yularından tutan meçhul adam oracıkta yok idi, at ileri geri gitmeye ön ayaklarıyla toprağı dövmeye, hızlı hızlı nefes alıp höpürdemeye başladığında ağa sağa sola bakıp aranmaya başladı.
Ben Azrail’im diyen meçhul adamı göremiyordu.
Atını ileri geri sürdüğünde;
-Tüm bu olanlar hayalmi idi yoksa! Dedi kendi kendine.
Derin bir oh çektikten sonra,
Atını tekrar mahmuzladığında at şaha kalktı ve yıldırım gibi ileri fırlayarak kendine doğru bağrış çağrış içinde koşan marabalara doğru atını sürdüğünde koşan marabalar bulundukları yerde donup kaldılar.
Ortalığı Ağanın tiz çığlığı kaplamıştı,
-İşinizin başına dönüüüüüün.
Ağa hızla atının gemlerine yapışarak olanca hızıyla geriye çektiğinde at durdu, dönüp çobanın yanına geldiğinde kırbacını kaldırdı,
Biraz önceki aciz durumuna tanık olan sadece çoban vardı!
-Ulan deyyus, ne işin var burada, dediğinde çoban döndü kırbacı tutan ağanın eli havada kaldı!
Karşısındaki çoban değil o meçhul adamdı…
Yani Azrail!
Ağa olduğu gibi atından yere yığıldı.
Yaylada sesler yankılandı,
Ağa öldüüüü yetişiiiin…