Mustafa KAPLAN

Tarih: 08.08.2020 11:13

Acziyet ve Kibir

Facebook Twitter Linked-in

Acziyet ve Kibir

Yüce Allah'ın; bilincine sunduğu acziyet duygusu, kulun tüm egosal yapılanması ile ilgili her şeyi bertaraf edip, onu kendine kul yapmak içindir.

Kulu;yükselttiği eşref-i mahluk makamından alaşağı edip, esfel-i safilin derekesine indiren kibir ve ona benzer menfi  duyguların izale edilmesi,Yaratanın insana verdiği kıymete binaendir.

Kendini; yaratıcısının sonsuz kudretine teslim eden insanın, güvende oluşu ile ilgili tesis edilen inancı, onun yaşam kalitesini artırdığı gibi, Allahtan başka; herşeye karşı pervasız yapar.

Tıpkı damlanın; deryaya karışıp, deryayla varlık arz etmesi gibi... Onda kaybolup, daha güçlü bir dönüşle boy göstermesidir.

Bir adamın; devletin en üst kademesindeki bir yetkilinin mahiyetine girip, ona sağlanan imkanları meşru bir çerçevede yine onun rızası dahilinde istimal etmesi, o kişinin her yerde itibar görmesini söz konusu yapmaz mı?

Kibir ve benzeri hisler, kişiyi Allah'ın dergâhında uzaklaştırdığı gibi; onun yalnız bırakılmasına da sebep teşkil eder. Sadece Allah'ın onun bedenine verdiği cüzi bir gücü harcamaktan öte elinden bir şey gelmez.. Başını her an derde sokacak bir durumla karşılaşması mümkündür .

Derin düşünürsek, acizliğin bir güç; kibrin ise kişinin kendi benliğinde zayi olup, güçsüz kalması demektir.

İslam kelimesi de bu noktada beşeri acizliğe bir vurgu dur aslında... Anlam itibariyle teslimiyeti içerir, hatta teslimiyetin ta kendisi desek yanlış söylemiş olmayız. Yalnız burada sadece ve sadece Allah'a olan teslimiyet söz konusudur; insana veya bir başkasına değil...

Allah'a olan yaklaşım, acziyet noktasında başlayan bir algı süreciyle gerçekleşen bir olgudur; asl olanda budur zaten...

Bu durum bir hikmet-î İlahiyi gün gibi gözler önüne getiriyor düşünenler için... Herşeyin biz insanlara; Allah'ın birer Lutfi olduğunu bilirsek, hayatta bakış açımızın daha müspet şekilleneceğinden kuşkunuz olmasın...

Düşünelim bir kez!.. Kulaklarımız her sesi işitmekten; gözlerimiz her şeyi görmekten aciz değil midir? Eğer tam tersi olsaydı, yani her şeyi duyup, görebilme yeteneğine sahip olsaydık, hayatımızın Cehennem gibi olacağı kaçınılmaz olacaktı.

İnsanın geleceği bilmemesi hayrınadır aslında... Düşünün bir kez! Geleceğimizi bilse idik, hayatımız Cehenneme dönmez miydi?.. Allah'ın biz kulları için her şeyin en iyisini, en uygun olanını  tasarlamış olduğuna dair bir tefekkürün icraya konulması, bize şükür ve Hamd etmek gibi bir ibadeti yerine getirme fırsatını verir...

Hakkında idam hükmü verilen birine; yüz yıl sonra infaz edileceği, ayı günü, saatiyle beraber haber verilse, her geçen anı onun için azap olmaz mıydı? Oysa;  ölümün soluğu ensemizde hiç eksik olmazken, hayatımıza normal seyrinde devam etmemizin hikmeti üzerinde düşünmemiz bir görev olarak telakki edilmesi gerekir.

Aslolan bu dünyadan öteki tarafa hazırlıksız gitmemektir. Çünkü baki olan orasıdır

Allah bu dünyada ve Ahirette bizleri nuruyla nur'landırsın!..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —