28 Şubat Geçerken...
Kasım 1995 ayı maaşımı aldığımda, Aralık ayı maaşımı alamayacağımı hiç aklımdan geçirmemiştim.
Biliyordum bütün kaderdaşlarım da aynı şeyi düşünmüşlerdi.
Y.A.Ş kararlarıyla T.S.K dan İhracımız, tıpkı; bir kaza gibi önceden geliyorum dememişti.
İşin en acı yanı, bu eylemin askerlik mesleğine yakışmayacak sinsilikte olması idi.
Oysa memleket de, Askeri mahkemeler, Askeri savcılar, Askeri hakimler vardı, buradan kaçırıp ihraç etmek doğru bir yol olmamalıydı, bulun suçumuzu atmakla kalmayın hapse de atın ama yargılayın…
Bu ihraçlar o kadar ani oldu ki; kimimizi müsademeden birliğimize yeni dönmüş ve dağın tozlarını henüz üzerimizden silkelerken buldu, kimimizi eğitimde birliğimizin başında bir sabah sporunda, belki bir atışta, belki hastamızı muayene ettiğimiz revirde, belki bir ameliyat masasında, belki duruşma
sonrası cüppemizi portmantoya asarken, belki karakolumuzda görevlendirme yaparken, devriyeleri çıkartırken, belki cezaevinden mahküm sevki yaparken, belki bir gemide dümen başında, belki güvertede seyir halinde, belki araçları kademede tamir ederken, tank'ın paletlerini sökerken, belki Kandil sortisinden dönerken... buldu.
O gün haberci bir heyecanla size doğru koşmuştu, çivi gibi önünüzde çakıldığında verdiği selamın, alacağınız son selam olduğunu düşünemezdiniz.
Y.A.Ş o yıl her kuvvetten ve her sınıftan 90 kadar Subay Astsubayın ilişiklerini kesmişdi.
Ve sonra evimize gün ortası vakitsiz döndüğümüzde ve son kez eğilip botlarımızın bağını çözdüğümüzde, hep; cevabını bilemediğimiz sorular beynimizde dönüp dururken, meçhule çıkacağımız yolculuğu eşimize çocuklarımıza nasıl söyleyeceğimizi düşünmemiz, eşimizden gözlerimizi kaçırmaya özenle dikkat ettiğimiz o günler mezara kadar unutamayacağımız bir acı anı olarak yüreklerimize kazınmıştı.
Kısa pantolonumuzu çıkartıp haki elbiseler giydiğimiz o çocukluk günlerinden, kısa pantolonlarıyla etrafınızı saran kendi çocuklarımıza kadar o zaman aralığının bu ocak ta böyle bir son ile nede çabuk bittiğini esefle hayal ediyorduk.
Ve bu yargısız, adaletsiz, hukuksuz, antidemokratik bitişe sessizce haykırmıştık!
Nedenini, niçinini soracağınız ve cevabını alacağınız hiçbir kişi veya makamı ülke sınırları içerisinde bulamamıştık.
Ve dışarıda bilmediğimiz bir hayatın bizleri beklediğinin farkında idik!
Geride bıraktığımız meslektaşlarımızda bizler için hiçbir şey yapamamışlardı, iki satırda olsa yazmamışlardı!
İlgili yerlere bir çift söz söyleyememişlerdi, bize dokunmayan yılan bin yaşasın vaziyetini tercih etmişlerdi! Süreç herkesi korkutup susturmuştu.
Darbenin ani ve kalleşçe etkisi öylesine tesirli idi ki,
Beni, İstanbula,
Eşimi baba evine Samsuna,
Bir çocuğumu teyzesine Ankaraya,
Diğer çocuğumu dedesine Amasyaya, Dağıtıvermişti.
En güzel hasret şiirlerini ben en çok o zaman okudum,
Ayrılık filimlerine ben en çok o zaman ağladım,
Çocuklarımı ben en çok o zaman özledim.
Ailenin toparlanması zaman aldı…
Gün döndü devran döndü zulüm payidar olamadı, hamdolsun. Evet bizim adımıza kış bitmiş bahar gelmişti ama kışın Boranı belleklerimizden hiç silinmedi.
Yaşzede dernek mensubu arkadaşlar gurup toplantılarına katılmak ve seslerini duyurmak için hep Ankara yollarında oldular, bulundukları illerde mebus ve mebus adayları ile görüşmeler yaptılar, yakın temasta bulundular, Ak günlerin Ak habercisi bir heyet Allah onlardan razı olsun, bir takım iyileştirmeler yaptı.
En son Kaderdaşım İzzet bey anlatıyor;
İstikbali parlak genç Vekil Mehmet MUŞ’a derdimizi anlattığımızda; Vekil dedi ki; “Ya.. öyle mi..! Ben bütün haklarınızın verildiğini biliyordum!”
yani algı bu maalesef. Evet birkaç önemli eksiğimiz var, görüşmeler devam ediyor. Hain bir elin burada da mani olmaya çalıştığı zannını taşıyoruz.